Yaşlı bir adam, çocukluğunda başına gelenleri anlatsa ne kadarını hatırlayabilir? Nasıl ifade edebilir? Bu adam bir de dünyanın en yaratıcı, deli, sürrealist, tutkulu yönetmenlerinden biri olan Alejandro Jodorowsky olursa ve hikayeleri büyük bütçeli film aracılığı ile anlatırsa film ne kadar kaotik, sürreal olabilir?
Jodorowsky, çocukluğunu karikatürize ederek anlatıyor tabii ki. Birçok mekan, insan, olay temsili olarak gösteriliyor. Şu an 93 yaşında olan Jodorowsky, bazen filmin içine girip çocukluğunu yüreklendiriyor. Çocukluk hali hüzünlendiğinde, ümitsizliğe kapıldığında ona gelecekten iyi haberler veriyor.
Alejandro Jodorowsky, yarı otobiyografik bu filmi için 1930'ların Şili'sindeki çocukluğuna geri dönüyor. Filmin başında her şey, genç Alejandro ve onun babası Jaime ile şiddet dolu, baskıcı kişiliğinin çocuk üzerindeki etkisini acılı bir şekilde görürken; çocuğun annesi, tüm diyaloglarını bir opera divası gibi şarkılaştırarak konuşuyor. Alejandro’yu şefkatiyle sarıyor; babası tarafından, farklılığı yüzünden başına gelen yaraları sarıyor.
Jodorowsky'nin çocukluğu, yalnızca ebeveynleri tarafından değil, aynı zamanda Ukraynalı ve Yahudi kimliğinden dolayı dışlanma ve gruptan izole edilmesiyle de gösteriliyor. Filmin hüzünlü yapısı devam ederken Jodorowsky'nin aklında canlandırdığı gerçeküstü ve bazen mizahi görüntüler filmi salt drama yapısından çıkartıyor. Bazı sahneler için komedi filmi de diyebiliriz pek ala.
Jodorowsky, sihir, rüyalar ve melankoli dolu çocukluğuna dayanan bu sürreal başyapıtla bizi, kendisinin küçüklüğündeki anlara götürüyor. Babasını, kendi oğlu Brontis Jodorowsky oynuyor. Babası; Ateist, Rus, Yahudi ve komünist birisi olarak kendi yöntemleriyle oğluna sert davranarak Alejandrito'yu (Jeremias) “adam yapmaya” çalışıyor.
Fantastik imgelemler ve takıntılar diğer filmlerindeki örüntülerle aynı: sirk insanları, travestiler, bilgeler, rahipler, canlı renkler ve sakat uzuvlar. Ama bu sefer, sadece şok edici bir Freak Show gösterisi için orada değiller; protest, haklarını arayan, idealist bir topluluk olarak gösterilmişler.
Filmin bir sekansı, çocukluk anılarından kopuyor ve at üstünde askeri diktatör Ibanez'e suikast düzenlemeye çalışan babayı, Santiago'ya kadar takip ediyoruz. Generalin güvenini kazanmayı başarmaya çalışırken elleri aniden felç olduğu için fırsatı kaçırıyor. Buradaki geçişin ve babanın bu yolculuğunun, başta gösterilen otoriter ve her şeyi kontrolü altına almaya çalışan baba figürünün çöküşü olarak nitelendirildiğini düşünüyorum.
Jodorowsky'nin diğer çalışmalarından temalar ve fikirler sık sık ortaya çıkıyor: din, maneviyat, ideoloji, beden… Bu sahneler, aşırı renkli set tasarımı ve figürasyonu bol kompozisyonlarla, geniş açıda birleştiğinde, The Holy Mountain veya Santa Sangre'deki gibi büyüleyici ve tuhaf bir Jodorowsky evrenine tekrar geçiş yapıyoruz.
Jodorowsky geçmişiyle hesaplaşan, çocukluk travmalarını yetişkin farkındalığıyla çözümlemeye çalışan biri.
"Gerçekliğin Dansı"nın iki yarısı muhtemelen birbiriyle tam olarak örtüşmüyor ve hikâyenin sonunda tam olarak bir araya gelip gelmediği tartışılabilir. Alejandro Jodorowsky'nin filmlerinde böyle şeyler pek önemli değil. O, izleyicileri gerçek bir yolculuğa çıkarmakla ve onlara, sinema hayatlarında daha önce hiç deneyimlemedikleri ve gelecekte de yanlarında olmaya devam edecek görüntü ve fikirler sunmakla çok daha fazla ilgilenen bir yönetmen.
Jodorowsky Sineması
Western EL TOPO tek başına tüm “gece yarısı filmi” fenomenini başlatmış; devamı olan THE HOLY MOUNTAIN, John Lennon'un Jodorowsky delisinin filmlerini kendisini tanıdıktan sonra bizzat Lennon tarafından finanse edilmesine neden olmuş. Birlikte zaman geçirmişler.
2021'de tekrar gündeme gelen DUNE uyarlamasında, aslında ilk olarak Orson Welles'ten Pink Floyd'a ve Salvador Dali'ye (aktör olarak!) o dönemin en önemli müzisyen, ressam ve oyuncularına kadar hepsi filmde yer alacaktı. Ancak Beatles menajeri Allen Klein ile yaşanan anlaşmazlık, Hollywood için bütçesinin çok yüksek olduğu gerekçelerle bu proje iptal edildi.
İspanyolca bir sitede şöyle bir ifadeye rastladım:
"...Bana göre, bir yönetmen olarak yeteneği tartışılmaz. Filmleri ani ve beceriksizce çekilir, ancak belirli bir görsel güç inkar edilemez...
...Film çalışmalarının takipçileri, Jodorowsky'nin bizi tuzağa düşüren sınırlamaları yok etme cesaretinin bir ürünü olan yaratıcılığını ve özgünlüğünü övüyor.
-Filmleri farklı çünkü anlatısal bir ipe bağlı değiller, çünkü çok fazla sembolik unsur ve yüksek dozda gerçeküstücülük içeriyorlar. Yani mantığın sınırlarına boyun eğmezler.
-Filmleri farklı çünkü birçok deforme olmuş varlık, uzuvları kesilmiş insanlar ve cüceler içlerinde dolaşıyor. Yani estetik yasalara uymaz.
-Filmlerinde kan, seks, her türden sapıklık var. Yani ahlak yasalarına boyun eğmezler.
Hatta yedinci sanatın kodlarına bile uymadıklarını söyleyebiliriz."
Filmlerdeki sembolik yapının anlamlarını algılamaya çalışmak nafile olabilir. Holly Mountain, El Topo yılı, ülkesi ve dönemin sosyolojik durumları altında çekilen ve tiyatro, kabarede ustalığı olan birisinin elinden çıkan eserler.
Jodorowsky, herhangi bir uyuşturucu madde, alkol kullanmamakla birlikte, filmlerin insanlarda bu maddeleri kullanmış gibi bir etki bırakması üzerine kurulu bir sinema anlayışına sahip. 70 dönemi filmlerini özellikle bu açıdan değerlendirdiğimizde alt metni anlamadan dahi gördüğümüz şeylerin büyüsüne kapılıyoruz. West Anderson gibi geniş açıda, bir sürü insan, figürlerle sahne tasarlıyor; ancak West Anderson gibi doğrusal hikaye anlatıcılığı yerine şiirsel ve sürreal bir anlatı oluşturuyor.
Comments