Hiç olmadık bir yerden bu on yıllık filmin neden aniden sayfada belirmiş olmasını kendi kendinize soruyor olabilirsiniz, özel bir nedeni yok; sadece geçen hafta tekrar izledikten sonra bu filmin bana yaşattığı bazı aydınlanmaları ve kazandırdığı bazı yeni fikirleri paylaşmak istiyorum. Öyledir ki büyük yönetmenlerin, büyük yazarların çıkardığı büyük filmler, kitleleri ve bireyleri karakteristik özelliklerine göre farklı farklı etkileyebileceği için Interstellar kadar duygu yoğunluğu fazla olan filmlerin; yer, zaman ya da mekân fark etmeksizin biz izleyenlere yeni bir perspektif katabilme nitelikleri olduğundan hayatımızda birden belirip ilgi odağımızın merkezine oturma lüksüne sahip olduklarına inanıyorum ve konuşmaya başlıyorum.
Öncelikle, Interstellar, benim için pek çok sebepten izlemesi kolay bir film değil; çünkü bu film 2 saat 46 dakika boyunca bünyeye yüklenen saf bir kasvet dalgası. Filmi istediğiniz kadar izleyin, ancak söz konusu kasvet unsurunun, izleyeni kıskacı içine alması tesadüf değil ve bu iki psikolojik başlık altında izleyene hissettirilen kasveti toplayabiliriz diye düşünüyorum;
Senaryonun Psikolojik Etkileri:
Öncelikle filmin giriş kısmının tamamının geçtiği dünyanın kaderi, filmin ilk karesinde Murph’ün rafları üzerine düşen toz taneleri ile aslında kıyamet sonrasını anlatmayan bu hikâyede, rafların üzerine düşen tozlardan ‘’terk edilmiş’’ hissiyatını içimize işleyerek dünyanın kaderinin aslında çoktan belli olduğunu hafiften bize çıtlatıyordu.
Filmin giriş kısmı bitip gelişme kısmına geçtiğimizde yazarın, biz izleyenin aklında yer etmesini istediği iki soru vardı: Ana karakter kızı ile tekrar buluşabilecek mi? Ve acaba Endurance ekibi dünyayı kurtarabilecek mi? Filmin olay örgüsü bu iki ana örgü üzerinden kurulurken gerek ana karakter grubunun çıktığı görevin zorluğu gerek dünyada geçen süre içinde dünyanın aldığı haller, filmin 2,30 saat boyunca uzayın sonsuz ve ölümcül karanlığı içinde insanlığa ve insanlara umut arayan ana karakter grubunun her bir adımı başlarına gelen felaketler ufak ufak biz izleyenin umudunu bilinçlice sömürüyor.
Anlamanızı istiyorum ki Interstellar dünyası, bir uzaylı ırk tarafından tehdit edilmiyor, açlık ve havadaki kirlilik ile tehdit ediliyor. Sadece bu unsur bile bizim gerçek hayatta yaşayamayacağımız bir senaryo olmaya çok uzak değil. Ben bu seçimin izleyenin hem dünyaya hem de gerçekliğe çağrışımda bulunarak daha iyi empati kurabilmesi için bile isteye yapılmış bir tercih olduğunu düşünüyorum.
Böylece senaryonun ilerleyen aşamalarında Endurance ekibinin yaşadığı irili ufaklı talihsizlikler ile kaybettikleri her şey karşısında, biz izleyenlerin daha mantıktan uzak ve duygusal şekillerde tepki gösterebilmemiz, yani filme daha sıkı kendimizi kaptırabilmemiz için bir davet olduğunu düşünüyorum.
Hiçbirimiz bu sahnede mantıklı düşünemiyordur bence
Sanat Dizaynının Psikolojik Etkileri:
Elbette insanın içinde yer eden her korkunun ateşi farklı şekillerde harlanır. Kişinin korkusunun niteliğine göre belirsizlik ya da aşırı belirginlik, korkunun harekete geçirdiği adrenalin bezlerimizin ekstra çalışmasına sebep olur. Bu dediğimi aklınızda tutun.
Interstellar dünyası, bir bilim kurgu gerçekliğinde olmasına rağmen teknolojik olarak bizim dünyamızın asırlar ötesinde bir teknolojiye sahip olamaması, tehditlerin belirginliği ve toplumlar üzerindeki sosyolojik yansımaları (askeriye kavramının olmaması) ile biz izleyene çok net bir resim çiziyor. Bizlere çizilen bu resmin son derece keskin detaylar ile belirgin olması, zaten bizim dünyamıza benzeyen bu dünyanın ‘’Acaba kaderi de birbirine benzer mi?’’ sorusunu kendi kendimize sormamız yönünde bizi manipüle ediyor. Çok felsefik olmak istemem ama dünyamızın varlığı bir algı değil, bir olgu dolayısıyla her canlı organizma gibi dünyamızın üzerindeki hayatın bir gün yitecek olması da bir olgu. Gerçekliğinin kuşkusuz olduğu ve tek belirsizliğin ‘’ne zaman?’’ ve ‘’nasıl?’’ olduğu bir olayın, gerçeklik algımızla paralel giden net tasviri korkularımızın ateşini harlayan aşırı belirginlik unsurunu kullanır.
İşin uzay kısmına dönüş yaptığımızda ise ucu bucağı belli olmayan sonsuz ve ölümcül karanlığın içinde kim veya ne tarafından konulduğu belli olmayan bir hem dünyadan hem de uzaydan insanlığı yönlendirmesi, ekibin ise ne ile karşılaşacağı belli olmadan yarı kör bir şekilde kısıtlı kaynaklar ile önlerine ne çıkacağı belli olmadan görevlerine devam etmek zorunda olmaları, dünyadaki durumların nasıl olduğunu bilen bizleri şunu düşünmemiz için manipüle ediyor: ‘’Önlerine çıkacak olan sonsuz belirsizlik içinden başarıyı bulamazlarsa dünyayı korkunç bir son bekliyor olacak.’’ Sonsuz belirsizlik, sonsuz kötülük demek değildir ama biz biliyoruz ki sonsuz belirsizlik içindeki sonsuz iyi ihtimalin başarısızlığa ermesi 2,5 metre kalınlığındaki Endurance uzay istasyonunun dış duvarının hemen ardında tüm korkunçluğu ile onları bekliyor olacaktı.
Dünyadaki durumun aşırı belirginliği, gün ışığı altındaki tüm çıplaklığıyla ortada iken insanlığın umutlarını emanet ettiği Endurance ekibi, onları saniyeler içerisinde öldürebilecek sonsuz belirsizliğin içinde insanlığın geleceğini arıyor.
Romilly: Kafama takılıyor Cooper, bu- bu milimetrelik alüminyum burada ve o kadar. Onun ardında orada milyonlarca mil boyunca süren boşluk bizi saniyeler içerisinde öldürebiliyor.
Korkularımızın ateşini harlayan iki unsur, aşırı belirginlik ve belirsizlik, siyah ve beyaz ile net bir şekilde ayrılmış halde iken birbirlerini tamamlayan bir birliktelik ile filmi izleyen bizlerin, film içerisindeki insanlık için duyduğumuz umut duygusunu paramparça ediyor.
Çıkarılması Gerekilen Psikolojik Mesaj:
Umutsuzluğun, psikolojik manipülasyonlar ile filmin sonunu bile bilen seyircilerin içine ince işlenip sık dokulduğunu söyledim ancak bu filmin ana fikri bizi parçalamak değil, parçaladıktan sonra daha güçlü bir şekilde geri birleştirmek. Bu fikir de aslında filmde uzaya gönderilen iki ekibin isminde gizli; Lazarus, ölümden geri dönmek demek – Endurance, direnç demek.
Lazarus ekibi, Profesör Brand’in talebi üzerine hiçbir şekilde ailesi veya dünyaya karşı maddi, manevi bağı olmayan insanlardan kurulmuş yani dünya üzerindeki eksiklikleri, profesyonel ilişkileri olan insanlar dışında kimseler tarafından fark edilmeyecek insanlardan kurulmuştu. Filmin içerisindeki iki makine olan TARS ve CASE, uzay görevlerine ‘’Neden sadece robotlar gitmiyor?’’ şeklinde bir soru yöneltildiğinde, Cooper ‘’Ölüm korkuları veya hiçbir türlü bir manevi bağları olmadıkları için kriz durumları içinden kendilerini çıkarmak için gerekli motivasyonu kendilerine uyduramayacakları için, görevlerde insanlar şart koşulmuş’’ şeklinde cevap veriyordu Cooper. Ekip lideri olan Doktor Mann, göreve çıkarken ölmeye hazır gittiğini söylemişti, kendisi Endurance ekibi ile buluştuktan sonra, Cooper’ın sahip olduğu ailesi ile ne kadar şanslı olduğunu söyleyerek aslında yaşamaya olan bağlılığı, görevi tehlikeye atacak, insanlığı yok edecek kadar aklını yitirmesine sebep olmuştu. Yani Lazarus ekibi, ya robotlaştırılmış, duygularından arındırılmış oldukları için hayata tutunup, başarılı olacak motivasyonu bulamadılar ya da ölümden dönmekle o kadar kafayı bozdular ki görevi umursamayıp eve geri dönmek pahasına görevi, dolayısıyla insanlığı yok etmeyi göze alacak kadar kafayı yiyip başarısız oldular.
Endurance ise Lazarus’un aksine ölümü, denkleme hiç dahil etmeden, elde olan tek hayatları ile sonuna kadar direnip başarılı olmaya odaklanmıştı.
Gelin filmin geri kalanında görev boyunca Endurance ekibinin sürekli olarak başlarına gelen felaketlere göz atalım;
1- İlk gittikleri gezegen, dev bir okyanus yatağıdır, burada bir ekip üyeleri ölür ve 23 yıl zaman kaybederler.
2- İkinci gittikleri gezegenin havası zehirli, iklimi bozuktur. İki üye burada ölür, yakıtları tükenme noktasına gelir ve Doktor Mann’in ihaneti ile Endurance ciddi zarar görür.
3- Profesör Brand’in B planı ve dünyadaki insanların kurtuluşa hakkında yalan söylemesi ile ana karakterin ailesini bir daha görebileceğine yönelik planlarının tehlikeye girmesi.
4- Üçüncü gezegene giderken iki yan mekik içinde olan TARS ve Cooper’ın kendilerini Endurance için feda edip ikisinin de kara delik içine çekilip mekiklerinin parçalanması.
Cooper’ın kara delik içine çekilmesi, kendisi için kesin ölüm anlamı ifade etse de umutların tam yittiği anda Murph’ün odası ile birleşen zaman odasına düşebilmiş ve bu sayede insanlığı kurtarabilmiştir. "Gecenin en karanlık anı, şafak sökmeden az önceki zamandır." Demiş Victor Hugo. Kara delik, evren adı verdiğimiz bu sonsuz uzay içerisindeki en karanlık varlıklardan biridir lakin insanlık için ışık, bu derin karanlığın içinden gelmiştir ‘’öldü’’ denilen noktada hayata tutunmuş ve yaşamayı başarmıştır, bir nevi Lazarus’u bize göstermiştir ama en karanlık anda bile Direnç gösterip, Endurance isminin de hakkını vermiştir. Lazarus, Endurance sayesinde gerçekleşmiştir.
Hatta Profesör Brand’in film içerisinde sıkça söylediği Do Not Go Gentle Into That Good Night şiiri içindeki:
''Do Not Go Gentle Into That Good Night ''
Old age should burn and rave at close of day;
Rage, rage against the dying of the light.
''O iyi geceye gitme nezaketle''
Eski çağ günün bitişinde yanmalı delirmelerle;
Öfke, öfke gösterilmeli ışıkların ölümüne.
Işığın ölümüne karşı vurgulanan öfke duygusu, direnç ve istikrar benzetmesidir. Öyle ki film boyu karakter grubunun uzayda olması ve uzayın sonsuz boşluk ve karanlık olması da izleyenin kasveti artması için direkt bir gece benzetmesidir.
Sonu
Filmin geçtiği dört lokasyonun arasındaki bu ilişkiyi fark edebilmiş miydiniz peki?
Dünya, film içerisindeki belgeselde bulunan monologlarda yaşlıların dediği gibi ‘’Toprak yıllardır bize ömür vermiştir lakin artık bizi öldürüyordur’’. Dolayısıyla dünyamız, toprağı temsil ediyor ayrıca dünya, İngilizce ‘’Earth’’ demektir ve Earth kelimesi toprak demektir.
Dr. Miller’ın gezegeni dev bir okyanus yatağıdır, havası solunabilir bir haldedir ama yaşanamayacak kadar okyanus olduğu için suyu temsil eder.
Dr. Mann’in gezegeni soğuktur, havası solunamaz bu sebeple yaşanamaz haldedir, havayı temsil eder.
Endurance uzay istasyonu, karakterlerin film boyu içinde olduğu uzay istasyonudur. Hem Cooper’ın Murph’e olan sevgisi hem de Dr. Brand’in önce babasına sonra da Dr. Wolf Edmunds’a olan aşkı ateşi temsil eder. Aşk için başka elementler de benzetilebilir ama bilin ki aşk, kalp ritmini hızlandırır, kan dolaşımını arttırır ve tüm bunlarla vücut ısısı artar, keza farklı farklı toplumların hem genel hem de popüler kültürlerinde defalarca kez aşk için yanmak gibi benzetmeler yapılmıştır ve hala yapılır. Endurance ateşi temsil eder.
Wolf Edmunds’ın gezegeni ise işlevsel olan gezegen olarak dört elementin tamamını sağlıklı bir şekilde barındırabilecek tek gezegendir bu sebeple dört elementin tamamını yani hayatı temsil eder.
Dr. Brand’in, aşk kavramının bilimin ötesine geçebilecek bir anomali olması hakkında yapmış olduğu konuşma bilimden ziyade ruhsal çerçeve içerisinde değer bulacak bir monolog da bulunması, filmin yönetmeni Cristopher Nolan ve yazarı Jonathan Nolan gibi bilim ile içli dışlı olan bir kitleden karşılık bulacak bir anlayış olmadığı için izleyenler tarafından ‘’saçma’’ şeklinde tepkiler görmüş olsa da. Filmin sonunda, Cooper’ın zaman odası içerisinde kendisinin Murph’e karşı hissettiği sevginin, kendisini onca mesafe kat ettirip, o odanın içine getireceğini anlamasıyla Dr. Brand’in dediğine hak vererekten aşkın bilimin sınırları içerisindeki ateşleyici bir anomali olmasından dolayı Dr. Brand haklıdır.
Bu sebep ile de filmin sonunda hayatta kalan iki karakter olan Cooper ve Brand’in, film boyunca birilerine ve birbirlerine karşı hissettiği sevgiler kendilerine en çaresiz anlarda bile motivasyon sağladığı için bu ikilinin filmin sonunda Endurance ekibinden yaşama tutunmuş tek karakterler olmaları tesadüf icabı değildir.
Siz siz olun, sevdiğinizin üzerine külfet olmasına değil, amellerinize ulaşmanızda motivasyon kaynağı olmasına müsaade edin ve başarıya giden yolunuzda en zor anda bile direnmeye devam edip, ölümü denkleminizden uzak tutun.
Comments