Rüya satmak mümkün müdür? Biz sadece rüya mı görürüz, yoksa rüyalarımızı yaşamaya imkanımız olabilir mi? Hiç değilse hepimiz bir gün başımıza gelenlerin bir rüya olması arzusunu korku ve endişe ile temenni ettik mi? Evet, doğru; rüya satmak, en azından umut satmak mümkün... 2016 yılında vizyona giren, senaryosunu L. G. Bayao'nun kaleme aldığı, Yönetmen koltuğunda Jayme Monjardim'in oturduğu, başrollerde ise Cesar Troncoso ve Dan Stulbach'ın yer aldığı kıyıda köşede kalan bu filme gelin birlikte bir göz atalım.
Filmimiz sıradan bir başlangıca sahip olsa da, anında bizi strese sokacak bir sahneyle ritme başlıyor. Bir intihar sahnesi. Aslında filmin büyük bir kısmı intiharı kapsamakta. Benim görüşüme göre, intihar konusu, bir filmde işlenebilecek en riskli konulardan bir tanesidir. Söz konusu intihar olunca da, hepimizin kafasında muhtemel son kaçınılmaz oluyor. Ya kurtulacak ya da kurtulamayacak. Teknik olarak baktığımızda filmin çatışmasına tanık oluyoruz. Bir psikoloğun, intiharın eşiğine gelmesi de hoş bir örnek ve tezatlık olmuş bence. Her ne kadar intihar olayı sıradan gibi gelse de, burada bitmiyor. Cesar, 21. katın ortasında hayatının en büyük karar aşamasındayken, onu aşağıdan izleyen saçı sakalı birbirine girmiş evsiz bir adamı görüyoruz. İşte klişe bu noktada bize ufak bir selam veriyor. Ve seyircinin kafasında muhtemel birinci sınıf senaryolar yazılıyor. Fakat bu filmde beni mutlu eden konu, evsiz adamın yani 'patronun' Cesar'a gidip edebiyat veya felsefe yapması değildi. Ona gerçek ve doğru konuları edebi bir şekilde anlatıp köşeden döndürmesiydi. Farklı bir bakış açısı ve bunun bize empoze edilişi çoğu zaman bizleri etkiler. Film ise buradan randıman alıyor. Patronun saç sakalının karışması, yorgun ama bilge gözleri bizi babacan tavırla tavlasın veya tavlamasın muhakkak ki en gerçekçi yaklaşımı benimseyen izleyiciyi bile bir sözü ile düşündürebilir. İnsanların ilk olarak sığındığı dört şey şunlardır: inanç, güven, anlam, umut. Hayal taciri olarak kendini dile getiren rüya satan adam ise bunları aşıladıktan sonra kendi mottolarıyla kimin neye ihtiyacı varsa, ona onu satıyor. Ben size sadece bir tanesini dile getireyim: intihar edeceklere bir virgül satıyor; hikayelerine tekrar devam edebilsinler diye.
Genele bağladığımızda mevzu dikkat çekiyor. İntiharın varlığını filmin içine koyduklarında başka bir gözle ele almalarına rağmen bunu filmde tutabilme yeteneklerini pek kullanamamışlar. Hayat dersi niteliğine sahip olan, düşündüren, aydınlatan, farkına vardıran, kapak gibi replikleri olsa da daha detaylı ve kapsamlı işlenebilirdi kanısındayım ben.
Açıkçası birçok filmde göremeyeceğiniz bir detayı, bir anlık gerçeği görmekteyiz. Sadece üç saniyede bir bardak suyun ne kadar değişebileceğini, neyken ne olabileceğini görüyorsunuz. Olana baktığınızda belki bir su olabilir ama bir suyun hissettirdikleri meğer hep ferahlık, serinlik olamazmış. Bu benim yorumum.
Çoğu zaman biz tüketiciler ters köşe, kafa yoran ya da ağır psikolojik, dram filmlerini kaldırabilecek zamanlarımızda olamayabiliriz. 'iyi hissettiren' veya 'ilham veren' türlerde filmlere bu anlarda yönelebiliriz. Bu alan içinde çok uygun bir tanıma giriyor çünkü bizlere kendi dertlerimizle başa çıkamayacağımız zamanlarda nasıl düşünmemiz gerektiği hakkında fikir veriyor. En önemlisi, hayal taciri, yapmış olduğu sorgulama ve insanları düşündürme yoluyla gün sonunda insanlar başlarını yastığa koydukları zaman pişman olmamaları için onları, vicdanları ve akıllarıyla yüzleştiriyor.
İzlerken şunları sordum kendi kendime; bu kadar bilgi, perspektif acı ve kayıplarımız olursa mı meydana geliyor? İyi felsefe yapmak için deli mi olmak lazım? Belki biraz. Ama her şeye rağmen bu konuda zenginden, fakire, evsize, hırsız bir çocuktan, beyaz yakalılara, deliden, iş insanlarına kadar geniş bir karakter yelpazesi ile de sosyal bir drama örneği.
Filmin en güzel repliklerinden biriyle bitirelim o halde: 'İntihara meyilli insanlar, ölmek istemez. Onlar, acılarını öldürmek ister...'
Comments