top of page

İçgüdülerimizle Neden Barışık Değiliz?

Güncelleme tarihi: 15 Eki

Babygirl ve benzeri filmler üzerinden arzular, suçluluk ve toplumun çizdiği sınırlar üzerine bir bakış;


Judith with the Head of Holofernes, (Genoese school, 17th century)
Judith with the Head of Holofernes, (Genoese school, 17th century)

Yüzleşmenin Rahatsızlığı


Bazı filmler vardır; sessizce içimize dokunur, nedenini tam açıklayamayız. Babygirl de onlardan biridir. Çünkü bize dış dünyayı değil, kendi iç sınırlarımızı gösterir. Bu filmlerde olan şey “eylem” değil, bakıştır izleyiciye yönelen, onu içine çeken, huzursuz bir bakış.

Babygirl, Halina Reijn
Babygirl


Belki de bu yüzden, çoğu zaman ekranda değil, kendi içimizdeki yankıda rahatsız oluruz. Çünkü orada, yıllardır bastırdığımız dürtülerle karşılaşırız: sahip olma, teslim olma, kontrol etme, görülme isteği. Toplum bize bu duygularla barışmamayı öğretmiştir. Onları yaşamaktan çok, bastırmak saygıdeğer bulunur.


Patriyarkanın Sessiz Eğitimi


İnsan, doğduğu andan itibaren belli kalıplara yerleştirilir. Bu kalıplar genellikle görünmezdir; ahlak, terbiyelik, “doğru davranış” adı altında öğretilir. Aslında bunların çoğu, kimin nerede durması gerektiğini belirleyen sessiz bir düzendir. Bu düzenin adı patriyarkadır. Kadına “sakin ol”, “sus”, “sabret” denir; iç dünyası biçimlendirilir. Erkeğe ise “yönet”, “sahip ol”, “koru” denir; dış dünyası şekillendirilir.


Judith and Her Maidservant with the Head of Holofernes by Artemisia
Judith and Her Maidservant with the Head of Holofernes by Artemisia

Ama duyguların cinsiyeti yoktur. Ve bu çelişki, içgüdülerle toplum arasında bitmeyen bir gerilim yaratır. Babygirl ya da Secretary gibi filmler, bu sessiz eğitimle büyüyen bireylerin iç çelişkilerini görünür kılar. Bir karakterin bakışı bile bazen yılların baskısını anlatır ama kelimelere gerek kalmadan.


Lacan ve Arzunun Aynası


Jacques Lacan der ki, “insan, kendini ilk kez aynada tanıdığında arzunun doğuşu başlar.”

Çünkü o an, benliğimizin tamamlanmamış olduğunu fark ederiz. Kendimizi bir bütün sanırız ama hep bir parça eksiktir. Bu eksiklik duygusu, hayat boyu bizi yönlendirir. Filmlerde gördüğümüz karakterler de bu eksikliğin peşindedir aslında. Eyes Wide Shut’ta bir bakış, Babygirl’de bir sessizlik ya da Disobedience’ta bir tereddüt… Hepsi aynı sorunun farklı biçimleridir:


Une lettre de Magritte à Lacan - Atelier d'écriture de l'écoute-s'il-pleut
Une lettre de Magritte à Lacan - Atelier d'écriture de l'écoute-s'il-pleut

“Beni ben yapan şey mi, yoksa başkalarının gözü mü?”


Lacan’ın ayna evresi teorisi, bugünün toplumunda artık yalnızca çocuklukla ilgili değil.

Artık hepimiz o aynanın içinde yaşıyoruz: ekranlarda, kimliklerde, profillerde. Ve kendi yansımamıza âşık olurken, en çok kendimizi kaybediyoruz.


Freud’un Üçlü Düzeni: İd, Ego, Süperego


Lacan’ın arzunun kökenine dair bu okuması, Freud’un zihnin katmanlarını anlatan üçlü yapısıyla birleştiğinde tablo tamamlanır.


İd, içgüdülerimizin en saf, en dürtüsel kısmıdır bastırılmamış, filtresiz ve dürüst.

Ego, bu içgüdülerle gerçek dünya arasında köprü kurar; uzlaşmaya çalışır.

Süperego ise toplumun sesi, “yapma” diyen iç denetimdir.


Patriyarkal kültür, çoğu kadının süperegosunu erken yaşta büyütür. Böylece içgüdüleriyle barışmak yerine onları bastırmayı öğreniriz. Toplumsal onay, “uyumlu olma” üzerinden şekillenir; dürtülerse yanlış etiketlenir. Babygirl gibi filmler, tam da bu üçlü çatışmayı gösterir: karakterler, iç dürtüleriyle toplumun sesini aynı anda duyar ve hangisinin kendileri olduğunu seçemezler. O yüzden bu hikâyeler bize tanıdık gelir çünkü hepimiz kendi içimizde bir yargıçla yaşarız.


Magritte’in Perdesi

René Magritte “The Lovers”
René Magritte “The Lovers


René Magritte’in “The Lovers” tablosunda iki insan birbirine yaklaşır ama aralarında ince bir perde vardır. Yüzleri birbirine dokunamaz. Bu perde, sessiz bir sınır gibi görülmek isteriz ama tamamen görünmekten korkarız. Toplumun kuralları, o perdeyi hep aramızda tutar. Kadın kendi duygularına yaklaşmak istediğinde, toplum hemen fısıldar: “fazla oldun.” Erkek durduğunda, “zayıf oldun.” Yani herkes eksik, herkes perdeli. Babygirl, bu perdenin dokusunu fark ettiren filmlerden biri. Bakmakla yetinmek ve görmeyi göze almak arasındaki o ince çizgide duruyor.


İçgüdülerin Sesi


secretary (2002) dir. steven shainberg
secretary (2002) dir. steven shainberg

Belki de içgüdülerimizle barışamıyoruz, çünkü onların ne söylediğini duymaktan korkuyoruz.

Onlar bize yanlış değil, hakiki olanı fısıldar. Ama patriyarka, hakikati susturur çünkü kontrol edemediği şeyi tehlikeli bulur. Biz de o tehlikeyi “ayıp” ya da “utanç” kelimeleriyle yeniden adlandırırız. Oysa dürtülerimiz, birer tehdit değil; kendimizi anlamanın kapılarıdır. Lacan’ın dediği gibi, “arzu, öznenin eksikliğidir” yani eksikliğimizi kabul etmeden, tam olmayı öğrenemeyiz. Freud’un modelinde olduğu gibi, barış; id’in dürüstlüğüyle süperegonun sesi arasında denge kurmakla mümkündür. Belki de barış, bastırmakta değil; o eksikliği sevmekte saklıdır.

 
 
 

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin

BEN İZLEDİM

Ben İzledim; Film, Dizi ve Belgeseller hakkında eleştiri ve tavsiye yazılarının yer aldığı bir medya ve eğlence platformudur.

TAKİPTE KALIN

ÖNCE SİZ OKUYUN

Üye olarak, yeni blog yazılarımızdan ve haberlerden ilk siz haberdar olun!

Abone olduğunuz için teşekkür ederiz!

  • Instagram
  • Facebook
  • Twitter
  • YouTube
  • TikTok

Copyright © 2022 www.benizledim.com

bottom of page