Arama Sonuçları
Boş arama ile 215 sonuç bulundu
- Dexter: Resurrection: Efsanevi Seri Geri Dönüyor!
Dexter hayranları için heyecan verici bir gelişme var: Michael C. Hall'un başrolünde yer aldığı efsanevi dizi, Dexter: Resurrection adıyla geri dönüyor. Paramount+ ve Showtime ortak yapımı olan bu yeni dizi, 11 Temmuz 2025'te izleyicilerle buluşacak. Dexter: Geri Dönüş Dexter hayranları için müjdeli haber: Michael C. Hall'un başrolünde yer aldığı efsanevi seri, "Dexter: Resurrection" ile geri dönüyor. Paramount+ ve Showtime ortak yapımı olan bu yeni dizi, 11 Temmuz 2025'te izleyicilerle buluşacak. Dizi, "Dexter: New Blood"un hemen sonrasını konu alıyor ve Dexter Morgan'ın hayatta kalıp New York'ta kayıp oğlu Harrison'ı arayışını anlatıyor. Konu Dexter: Resurrection", Dexter Morgan'ın oğlu Harrison tarafından vurulmasının ardından hayatta kalmasıyla başlıyor. Komadan uyanan Dexter, oğlunun kaybolduğunu öğrenir ve onu bulmak için New York'a gider. Bu süreçte, Dexter geçmişiyle yüzleşir ve babalık duygularını yeniden keşfeder. Michael C. Hall, bu yeni sezonda karakterin daha derin ve insani yönlerini vurgulayacaklarını belirtiyor. Oyuncu Kadrosu ve Yeni Yüzler Dizide, orijinal seriden tanıdık yüzler geri dönüyor: Michael C. Hall (Dexter Morgan) Jack Alcott (Harrison Morgan) David Zayas (Angel Batista) James Remar (Harry Morgan) John Lithgow (Trinity Killer) Jimmy Smits (Miguel Prado) Ayrıca, diziye yeni katılan isimler arasında: Neil Patrick Harris (Lowell) Krysten Ritter (Mia Lapierre) Eric Stonestreet (Al) Peter Dinklage (Leon Prater) Uma Thurman (Charley) Bu yeni karakterler, Dexter'ın hikayesine farklı boyutlar katacak. Yayın Tarihi ve Platform "Dexter: Resurrection", 11 Temmuz 2025'te Paramount+ ve Showtime platformlarında yayınlanmaya başlayacak. İlk iki bölüm aynı gün yayınlanacak ve ardından her hafta yeni bir bölüm izleyicilerle buluşacak.
- Thunderbolts After Credits Var mı?
Thunderbolts filmi sonunda vizyonda! Akıllarda aynı soru var. Mid Credits veya After Credits var mı? EVET İKİSİ DE VAR. İYİ SEYİRLER.
- Japon Sinemasının Yüzyılı Aşan Yolculuğu (IMDB Listesi)
Dünyanın en köklü sinema endüstrilerinden biri olan Japon sineması, yüzyılı aşkın süredir hem Doğu hem de Batı sinemasını derinden etkileyen, özgün türleriyle hafızalara kazınan filmlere imza atmaya devam ediyor. Anime ve samuray sineması gibi türleri dünyaya kazandıran bu sinema kültürü, sadece kendi coğrafyasının değil, küresel sinema tarihinin de yapı taşlarından biri haline geldi. Yolculuk 1897'de başladı Japonya’da sinema üretimi 1897 yılında başladı. O günden bu yana Japon yönetmenler, En İyi Yabancı Film dalında dört kez Oscar kazanarak Asya ülkeleri arasında bu ödüle en fazla ulaşan ülke oldu. Japon sinemasının etkisi günümüzde de sürüyor; her geçen yıl daha fazla izleyiciyi kendine çeken güçlü hikâyeler, etkileyici görsellik ve sınır tanımayan anlatı teknikleriyle izleyicileri büyülüyor. IMDb verilerine dayanarak hazırlanan özel bir liste, Japon yönetmenler tarafından çekilmiş ve Japonca dilinde üretilmiş en iyi 50 filmi sıralıyor. Listeye girebilmek için bir filmin en az 5.000 kullanıcı oyu almış olması gerekiyor. Sıralama IMDb puanına göre yapılırken, eşitlik durumunda oylama sayısı belirleyici oluyor. Ayrıca Metascore gibi eleştirmen değerlendirmeleri de bağlam sağlamak adına dikkate alınmış. Bu liste, Japon sinemasının en görkemli eserlerini bir araya getiriyor. Akira Kurosawa gibi klasikleşmiş ustalardan, Sion Sono gibi çağdaş sanat sinemasının yaratıcılarına kadar pek çok önemli ismin filmleri yer alıyor. Bu filmleri izlemek, Japon sinemasının ne denli zengin ve dönüştürücü bir mirasa sahip olduğunu anlamak için eşsiz bir yolculuk sunuyor. Hem kalbinizi sarsacak hem de zihninizi açacak bu filmler, sinemanın evrensel diline Japonya’nın ne kattığını gözler önüne seriyor. IMDb 8.6/10 Puanlı Filmler Yedi Samuray (Seven Samurai, 1954) – 8.6/10 Akira Kurosawa’nın yönettiği bu epik film, köylerini haydutlardan korumak için paralı samuraylar tutan köylülerin hikayesini anlatır. Yaklaşık 3,5 saatlik süresiyle sinema tarihinin en etkili yapımlarından biridir. Kurosawa’nın ustalığı, karakter derinliği ve savaş sahnelerinin yanı sıra, toplumsal eleştirileriyle de dikkat çeker. "The Magnificent Seven" gibi doğrudan yeniden çevrimlere ve "A Bug's Life" gibi ilham alan yapımlara öncülük etmiştir. Harakiri (1962) – 8.6/10 Masaki Kobayashi’nin yönettiği bu samuray draması, feodal otoriteyi ve onur, intikam, adalet gibi temaları sorgular. Bir ronin’in intihar isteğiyle bir lordun sarayına gelmesiyle başlayan film, sistemin adaletsizliğini gözler önüne serer. Siyah-beyaz sinematografisi ve güçlü oyunculuklarıyla, samuray kodlarının katılığını eleştirir. Ruhların Kaçışı (Spirited Away, 2001) – 8.6/10 Hayao Miyazaki’nin bu animasyon başyapıtı, ailesi domuzlara dönüşen 10 yaşındaki Chihiro’nun gizemli bir ruhlar dünyasındaki macerasını anlatır. Fantastik ögelerle büyüme temalarını birleştiren film, Oscar ödüllü ilk ve tek Japon animasyonudur ve Japonya tarihinin en çok izlenen filmidir. IMDb 8.3/10 Puanlı Filmler Yaşamak (Ikiru, 1952) – 8.3/10 Bir başka Kurosawa klasiği olan Yaşamak, ölümcül bir hastalık teşhisi konan bir bürokratın hayatının anlamını arayışını anlatır. Ölüm, yaşam amacı ve insanlık üzerine derin bir meditasyondur. Takashi Shimura’nın başroldeki performansı unutulmazdır. Sansho the Bailiff (1954) – 8.3/10 Kenji Mizoguchi’nin yönettiği bu dönem draması, sürgüne gönderilen bir valinin köleliğe satılan çocuklarının hikayesini anlatır. İnsan acısı, merhamet ve ahlaki bütünlük temalarını işler. Mizoguchi’nin uzun planları ve duygusal anlatımıyla öne çıkar. Prenses Mononoke (Princess Mononoke, 1997) – 8.3/10 Miyazaki’nin bir diğer başyapıtı olan bu film, doğa ile insan arasındaki çatışmayı epik bir şekilde işler. Orman tanrıları ile doğal kaynakları sömüren insanlar arasındaki mücadelede bir prensin arada kalışını anlatır. Film, Japonya’da gişe rekorları kırmış ve animeyi Batı’da daha geniş kitlelere tanıtmıştır. IMDb 8.2/10 Puanlı Filmler Rashomon (1950) – 8.2/10 Kurosawa’nın uluslararası çıkış yaptığı bu film, bir cinayet ve tecavüz olayını dört farklı bakış açısından anlatır. "Rashomon etkisi" kavramını sinemaya kazandırmıştır. Gerçek, algı ve insan doğası üzerine çarpıcı bir sorgulamadır. IMDb 8.1/10 Puanlı Filmler Tokyo Hikayesi (Tokyo Story, 1953) – 8.1/10 Yasujirō Ozu’nun bu dokunaklı aile draması, yaşlı ebeveynlerin Tokyo’daki çocuklarını ziyaret etmeleri ve ilgisizlikle karşılaşmalarını konu alır. Nesiller arası kopuş ve geleneksel aile yapısının çözülüşü üzerine evrensel bir başyapıttır. Ugetsu (1953) – 8.1/10 Kenji Mizoguchi’nin bu filmi, iç savaş döneminde geçen ve hırslarının peşinden giden iki köylünün doğaüstü olaylarla karşılaşmasını anlatır. Tarihsel drama ile Japon hayalet hikayelerini ustaca birleştirir. Oharu’nun Hayatı (The Life of Oharu, 1952) – 8.1/10 Mizoguchi’nin bir başka başyapıtı olan bu film, feodal Japonya’da ayrıcalıklı bir kadının toplumsal çöküşünü anlatır. Kadınların toplumdaki konumuna dair güçlü bir eleştiridir. IMDb 8.0/10 Puanlı Filmler Akira (1988) – 8.0/10 Katsuhiro Otomo’nun siberpunk animesi, distopik bir Neo-Tokyo’da geçer ve Japon animasyonunun dünya çapında saygınlık kazanmasını sağlamıştır. Güç, yozlaşma ve insan evrimi temalarını işler. Yol Arkadaşım (Departures, 2008) – 8.0/10 Yōjirō Takita’nın yönettiği film, kasabasına dönen ve cenaze hazırlama işi yapan bir çellistin hikayesini anlatır. Ölüm ve yaşam üzerine dokunaklı, mizahi ve sıcak bir bakış sunar. En İyi Yabancı Film Oscar’ını kazanmıştır. 8.0 Altı Puanlı Dikkat Çekici Filmler Ghost in the Shell (1995) – 7.9/10 Mamoru Oshii’nin felsefi bilimkurgu animesi, kimlik ve bilinç temalarını işler. "The Matrix" gibi Hollywood filmlerini etkilemiştir. Hana-bi (Fireworks, 1997) – 7.7/10 Takeshi Kitano’nun yönettiği ve başrolünde oynadığı bu suç draması, kişisel ve mesleki krizlerle boğuşan bir dedektifi anlatır. Battle Royale (2000) – 7.5/10 Kinji Fukasaku’nun tartışmalı filmi, otoriter bir hükümet tarafından ölümüne dövüşmeye zorlanan öğrencileri konu alır. "The Hunger Games" gibi yapımlara ilham vermiştir.
- Dünyanın En Yaşlı Yaşayan Film Yönetmenleri: Detaylı Bir İnceleme
Bu yazımızda, dünyanın en yaşlı yaşayan film yönetmenlerinin listesini detaylı bir şekilde sunuyor, her bir yönetmenin önemli eserlerini ve 2025 yılı itibarıyla güncel durumlarını ele alıyoruz. Liste, BFI’nin 2024 listesi temel alınarak hazırlanmış ve bazı yönetmenlerin son dönemdeki faaliyetleri veya önemli olayları da eklenmiştir. Yönetmenler ve Güncel Durumları Alejandro Jodorowsky (17 Şubat 1929) 1. Francis Rigaud (22 Mart 1920) Önemli Filmler : Nous irons à Deauville (1962), Les Nouveaux Aristocrates (1961) Hakkında : 105 yaşında olan Rigaud, Fransız sinemasında komedi filmleriyle tanınır. Şu anda dünyanın en yaşlı yaşayan film yönetmeni olarak kabul ediliyor. Francis Rigaud (1920) Güncel Durum : Son yıllarda aktif bir şekilde film yapmadığı biliniyor. 2025 itibarıyla herhangi bir yeni proje haberi bulunmamakta. 2. Manos Zacharias (9 Temmuz 1922) Önemli Filmler : Punisher (1968), The Night Passenger (1962) Hakkında : Yunan asıllı yönetmen, Sovyet sinemasında politik temalı filmleriyle dikkat çekti. Punisher (1968) Güncel Durum : 102 yaşında olan Zacharias’ın son yıllarda aktif olmadığı görülüyor. 3. George Morrison (3 Kasım 1922) Önemli Filmler : Mise Éire (1959), Saoirse? (1961) Hakkında : İrlanda sinemasında belgesel tarzı yapımlarıyla tanınır. Güncel Durum : 102 yaşında, aktif değil. 4. Jean-Charles Tacchella (23 Eylül 1925) Önemli Filmler : Cousin cousine (1975), Blue Country (1977) Hakkında : Fransız Yeni Dalga sinemasına katkıda bulundu. Güncel Durum : 99 yaşında, son yıllarda yeni proje haberi yok. 5. Lee Grant (31 Ekim 1925) Önemli Filmler : Down and Out in America (1986), Tell Me a Riddle (1980) Hakkında : Hem oyuncu hem yönetmen olarak başarılı bir kariyere sahip. Hollywood kara listesi döneminden sağ çıkan nadir isimlerden. Güncel Durum : 2025’te filmleri restore edilerek Film Forum retrospektifinde sergilendi. 99 yaşında hâlâ sinema dünyasında saygı görüyor. 6. Mel Brooks (28 Haziran 1926) Önemli Filmler : High Anxiety (1977), The Producers (1967) Hakkında : Komedi sinemasının efsane ismi, EGOT sahibi (Emmy, Grammy, Oscar, Tony). Güncel Durum : 98 yaşında olan Brooks, Spaceballs devam filmi için çalışıyor ve Judd Apatow’un yönettiği bir belgesel projesinde yer alıyor (Variety). 7. Margot Benacerraf (14 Ağustos 1926) Önemli Filmler : Araya (1959), Reverón (1951) Hakkında : Venezuelalı sinemacı, Latin Amerika sinemasına katkılarıyla tanınır. Güncel Durum : 98 yaşında, aktif değil. 8. Alvin Rakoff (6 Şubat 1927) Önemli Filmler : Passport to Shame (1958), Requiem for a Heavyweight (1957) Hakkında : Kanadalı yönetmen, televizyon ve sinema projeleriyle biliniyor. Güncel Durum : 98 yaşında, yeni proje haberi yok. 9. Pere Portabella (11 Şubat 1927) Önemli Filmler : Umbracle (1972), Vampir-Cuadecuc (1971) Hakkında : İspanyol sinemasında deneysel yaklaşımlarıyla tanınır. Güncel Durum : 98 yaşında, aktif değil. 10. Allen Baron (14 Nisan 1927) Önemli Filmler : Blast of Silence (1961), Pie in the Sky (1964) Hakkında : Amerikan bağımsız sinemasında kült filmler üretti. Güncel Durum : 97 yaşında, aktif değil. 11. Jerry Schatzberg (26 Haziran 1927) Önemli Filmler : The Panic in Needle Park (1971), Scarecrow (1973) Hakkında : Amerikan sinemasında gerçekçi dramlarıyla biliniyor. Güncel Durum : 97 yaşında, yeni proje haberi yok. 12. Toshio Masuda (5 Ekim 1927) Önemli Filmler : Rusty Knife (1958), Tora! Tora! Tora! (1970) Hakkında : Japon sinemasında aksiyon ve savaş filmleriyle tanınır. Güncel Durum : 97 yaşında, aktif değil. 13. Marcel Ophuls (1 Kasım 1927) Önemli Filmler : The Sorrow and the Pity (1969), Hotel Terminus (1988) Hakkında : Belgesel sinemasında önemli bir isim. Güncel Durum : 97 yaşında, aktif değil. 14. Michael Roemer (1 Ocak 1928) Önemli Filmler : Nothing but a Man (1964), The Plot Against Harry (1971) Hakkında : Amerikan bağımsız sinemasında sosyal temalı filmler üretti. Güncel Durum : 97 yaşında, yeni proje haberi yok. 15. Joseph McGrath (28 Mart 1928) Önemli Filmler : The Magic Christian (1969), Casino Royale (1967) Hakkında : İrlandalı yönetmen, komedi filmleriyle biliniyor. Güncel Durum : 96 yaşında, aktif değil. 16. James Ivory (7 Haziran 1928) Önemli Filmler : Howards End (1992), A Room with a View (1985) Hakkında : Merchant Ivory Productions ile klasik edebiyat uyarlamalarıyla tanınır. Güncel Durum : 96 yaşında, 2021’de otobiyografisi Solid Ivory: Memoirs yayımlandı ve 2022’de A Cooler Climate belgeselini yönetti. 17. Serge Bourguignon (3 Eylül 1928) Önemli Filmler : Sundays and Cybèle (1962), Two Weeks in September (1967) Hakkında : Fransız sinemasında duygusal hikayeleriyle biliniyor. Güncel Durum : 96 yaşında, aktif değil. 18. Susumu Hani (10 Ekim 1928) Önemli Filmler : Bad Boys (1961), Children Who Draw (1955) Hakkında : Japon sinemasında belgesel ve deneysel filmler üretti. Güncel Durum : 96 yaşında, yeni proje haberi yok. 19. Chung Chang-wha (1 Kasım 1928) Önemli Filmler : King Boxer (1972), Horizon (1960) Hakkında : Güney Kore sinemasında aksiyon filmleriyle tanınır. Güncel Durum : 96 yaşında, aktif değil. 20. Alejandro Jodorowsky (17 Şubat 1929) Önemli Filmler : The Holy Mountain (1973), El Topo (1970) Hakkında : Şilili yönetmen, sürrealist ve kült filmleriyle ünlü. Güncel Durum : 96 yaşında, 2023’te Viaje Esencial adlı yeni bir film projesi duyurdu ve 2024’te Los Angeles’ta filmlerini tanıttı (Los Angeles Times). 21. Mark Rydell (23 Mart 1929) Önemli Filmler : On Golden Pond (1981), The Fox (1967) Hakkında : Amerikan sinemasında duygusal dramlarıyla biliniyor. Güncel Durum : 95 yaşında, aktif değil. 22. Kazuo Ikehiro (25 Ekim 1929) Önemli Filmler : Zatoichi and the Chest of Gold (1964) Hakkında : Japon sinemasında samuray filmleriyle tanınır. Güncel Durum : 95 yaşında, yeni proje haberi yok. 23. Frederick Wiseman (1 Ocak 1930) Önemli Filmler : Menu-Plaisirs les Troisgros (2023), Titicut Follies (1967) Hakkında : Amerikan belgesel sinemasında öncü bir isim. Güncel Durum : 95 yaşında, son filmi 2023’te yayımlandı, ancak 2025’te yeni proje haberi yok. 24. Larry Peerce (19 Nisan 1930) Önemli Filmler : The Incident (1967), Goodbye, Columbus (1969) Hakkında : Amerikan sinemasında sosyal temalı filmler üretti. Güncel Durum : 94 yaşında, aktif değil. Önemli Notlar Roger Corman ’ın 9 Mayıs 2024’teki vefatı, listedeki durumunu etkiledi (Variety). Bu nedenle, liste hazırlanırken bu bilgi dikkate alındı. Çoğu yönetmen, ileri yaşları nedeniyle aktif film yapımından çekilmiş durumda. Ancak, Mel Brooks ve Alejandro Jodorowsky gibi isimler hâlâ projelerde yer alıyor. Lee Grant’ın filmlerinin restorasyonu, onun sinema dünyasındaki etkisinin devam ettiğini gösteriyor (IndieWire). Liste, 2025 Nisan itibarıyla güncel bilgilerle hazırlanmıştır ve her yönetmen için mevcut olan en son veriler kullanılmıştır. Öne Çıkan Noktalar Francis Rigaud , 105 yaşında dünyanın en yaşlı yaşayan film yönetmeni olarak biliniyor, ancak son yıllarda aktif değil. Lee Grant ’ın filmleri restore edilerek 2025’te Film Forum retrospektifinde sergileniyor. Mel Brooks , Spaceballs devam filmiyle ve bir belgesel projesiyle aktifliğini sürdürüyor. Alejandro Jodorowsky , yeni bir film projesi üzerinde çalışıyor ve festivallerde yer alıyor. Roger Corman , 2024’te vefat etti, bu nedenle listedeki durumu güncellendi. Liste ve Güncel Gelişmeler Sıra İsim Doğum Tarihi Önemli Filmler Güncel Gelişmeler 1 Francis Rigaud 22 Mart 1920 Nous irons à Deauville (1962), Les Nouveaux Aristocrates (1961) 105 yaşında, aktif değil. 2 Manos Zacharias 9 Temmuz 1922 Punisher (1968), The Night Passenger (1962) Aktif değil. 3 George Morrison 3 Kasım 1922 Mise Éire (1959), Saoirse? (1961) Aktif değil. 4 Jean-Charles Tacchella 23 Eylül 1925 Cousin cousine (1975), Blue Country (1977) Aktif değil. 5 Lee Grant 31 Ekim 1925 Down and Out in America (1986), Tell Me a Riddle (1980) Filmleri 2025’te restore edilip sergilendi. 6 Mel Brooks 28 Haziran 1926 High Anxiety (1977), The Producers (1967) Spaceballs devam filmi ve belgesel projesi. 7 Margot Benacerraf 14 Ağustos 1926 Araya (1959), Reverón (1951) Aktif değil. 8 Alvin Rakoff 6 Şubat 1927 Passport to Shame (1958), Requiem for a Heavyweight (1957) Aktif değil. 9 Pere Portabella 11 Şubat 1927 Umbracle (1972), Vampir-Cuadecuc (1971) Aktif değil. 10 Allen Baron 14 Nisan 1927 Blast of Silence (1961), Pie in the Sky (1964) Aktif değil. 11 Jerry Schatzberg 26 Haziran 1927 The Panic in Needle Park (1971), Scarecrow (1973) Aktif değil. 12 Toshio Masuda 5 Ekim 1927 Rusty Knife (1958), Tora! Tora! Tora! (1970) Aktif değil. 13 Marcel Ophuls 1 Kasım 1927 The Sorrow and the Pity (1969), Hotel Terminus (1988) Aktif değil. 14 Michael Roemer 1 Ocak 1928 Nothing but a Man (1964), The Plot Against Harry (1971) Aktif değil. 15 Joseph McGrath 28 Mart 1928 The Magic Christian (1969), Casino Royale (1967) Aktif değil. 16 James Ivory 7 Haziran 1928 Howards End (1992), A Room with a View (1985) 2021’de otobiyografi, 2022’de belgesel. 17 Serge Bourguignon 3 Eylül 1928 Sundays and Cybèle (1962), Two Weeks in September (1967) Aktif değil. 18 Susumu Hani 10 Ekim 1928 Bad Boys (1961), Children Who Draw (1955) Aktif değil. 19 Chung Chang-wha 1 Kasım 1928 King Boxer (1972), Horizon (1960) Aktif değil. 20 Alejandro Jodorowsky 17 Şubat 1929 The Holy Mountain (1973), El Topo (1970) Yeni film projesi ve festival katılımı. 21 Mark Rydell 23 Mart 1929 On Golden Pond (1981), The Fox (1967) Aktif değil. 22 Kazuo Ikehiro 25 Ekim 1929 Zatoichi and the Chest of Gold (1964) Aktif değil. 23 Frederick Wiseman 1 Ocak 1930 Menu-Plaisirs les Troisgros (2023), Titicut Follies (1967) Aktif değil. 24 Larry Peerce 19 Nisan 1930 The Incident (1967), Goodbye, Columbus (1969) Aktif değil.
- 44. İstanbul Film Festivali: Sinemanın Işığında 12 Günlük Bir Yolculuk
11-22 Nisan 2025 44. İstanbul Film Festivali Türkiye’nin en köklü ve en büyük uluslararası sinema etkinliği, İstanbul Film Festivali 44. kez sinema tutkunlarıyla buluşuyor. 11-22 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek festival, dünya sinemasının en parlak örneklerini, usta yönetmenleri, genç yetenekleri ve sinema sektörünün geleceğini İstanbul’a taşıyor. Festivalde Bu Yıl Neler Var? İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen ve N Kolay’ın ana sponsorluğunda gerçekleşecek olan 44. İstanbul Film Festivali, 139 uzun ve 15 kısa metrajlı filmi 7 farklı sinema salonunda izleyiciyle buluşturacak. Festivalin gösterim adresleri arasında Atlas 1948, Beyoğlu Sineması, Kadıköy Sineması ve Sinematek gibi sinemaseverlerin gözdesi salonlar var. Festival boyunca, sadece film izlemekle kalmayacak; yönetmenlerle söyleşilere katılacak, özel gösterimlerde yıldız oyuncularla aynı salonda film izlemenin heyecanını yaşayacaksınız. Açılış Filmi: Köln 75 Festival, Berlin Film Festivali’nde prömiyerini yapan Ido Fluk imzalı Köln 75 ile açılıyor. Keith Jarrett’ın efsanevi Köln konserinin perde arkasını anlatan film, hem müzik hem de sinema tarihine tanıklık etmek isteyenler için kaçırılmayacak bir deneyim vadediyor. Yarışmalar: Altın Lale’den Yeni Bakışlara Festivalin en prestijli bölümlerinden Altın Lale Yarışması , bu yıl yerli ve yabancı yapımları bir arada ağırlıyor. Jüri başkanlığını Hintli yönetmen Shekhar Kapur’un üstlendiği yarışmada 15 film yer alıyor. Yeni Bakışlar bölümü, Türkiye’den genç yönetmenlere alan açıyor ve ilk/ikinci filmleriyle öne çıkan isimleri ödüllendiriyor. Ayrıca, Kısa Film Yarışması bu yıl da uluslararası bir platforma taşınarak kısa film severler için güçlü bir seçki sunuyor. Festivalin Öne Çıkan Bölümleri N Kolay Galaları: Jessica Chastain, François Ozon, Gia Coppola gibi isimlerin son yapımları burada. Genç Ustalar: Cannes, Venedik gibi festivallerden ödüllerle dönen 18 film bu başlık altında. Cinemania: Pulp Fiction, Paris Texas, Cherbourg Şemsiyeleri gibi sinema tarihinin unutulmazları restore kopyalarıyla yeniden perdede! Belgesel Kuşağı: Max Richter, Larry Towell, Filistin’den İran’a, dünya gerçeklerine dokunan 21 çarpıcı belgesel. Antidepresan: Hayata mizahla bakan, iyi hissettiren filmlerden oluşan sıcacık bir seçki. Mayınlı Bölge & Heyula: Deneysel, sınırları zorlayan, alışılmadık anlatılarla dolu cesur filmler. Sinema Onur Ödülü: Zuhal Olcay Bu yılki Sinema Onur Ödülü , tiyatrodan müziğe, sinemadan diziye sanatın her alanında iz bırakan Zuhal Olcay ’a verilecek. Emek Ödülü ise sinema endüstrisine Köprüde Buluşmalar ile katkıda bulunan Gülin Üstün ’ün olacak. Köprüde Buluşmalar 20 Yaşında Festivalin sektör odaklı ayağı olan Köprüde Buluşmalar , 20. yılını kutlarken yeni yapımcıları sektöre kazandırmak amacıyla mentorluk ve fon programlarını hayata geçiriyor. Türkiye sinemasının uluslararası görünürlüğü için önemli bir merkez haline gelen bu platform, genç yetenekler için altın bir fırsat. Gençler için Animasyon Atölyesi 14-19 yaş arası genç sinemacılar için stop-motion animasyon atölyeleri düzenlenecek. Gökalp Gönen yürütücülüğündeki bu ücretsiz atölyelerde üretilen filmler, İKSV dijital platformlarında yayımlanacak. “Sinema Aydınlatır” Bu yılki festival kampanyasının sloganı da oldukça iddialı: “Sinema Aydınlatır.” İzlediğimiz filmlerin iç dünyamıza, bakış açımıza ve duygularımıza ışık tuttuğu fikrinden hareketle hazırlanan kampanya, sinemanın dönüştürücü gücünü bir kez daha hatırlatıyor. Biletler ve Satış Bilgileri Festival biletleri 27 Mart’tan itibaren passo.com.tr ve satış noktalarından temin edilebilecek. Öğrenciler için Eczacıbaşı Genç Bilet projesi kapsamında bilet fiyatı sadece 30 TL! Açılış Filmi ve Özel Ödüller Festival, Ido Fluk’un yönettiği "Köln 75" filmiyle açılacak. Bu film, Keith Jarrett’in ikonik Köln Konseri’nin 50. yılını kutluyor ve müzikle sinemanın kesişimine dikkat çekiyor. Özel ödüller kapsamında, Zuhal Olcay’a Sinema Onur Ödülü, Gülin Üstün’e ise Emek Ödülü verilecek. Bu ödüller, Türk sinemasına katkıları olan isimleri onurlandırıyor. Retrospektifler ve Özel Gösterimler Festival, sinema tarihine de ışık tutuyor. Norveçli yönetmen Dag Johan Haugerud’un ve Türk editör Ayhan Ergürsel’in retrospektifleri düzenlenecek. Ayrıca, Türk sineması klasiği "Amansız Yol"un restore edilmiş versiyonu gösterime girecek, bu da seyircilere nostaljik bir deneyim sunacak. Köprüde Buluşmalar ve Endüstri Ağı Festivalin bir diğer önemli bileşeni, 20. Köprüde Buluşmalar (15-17 Nisan 2025). Bu platform, Türk sinemacılarını desteklemek ve uluslararası işbirliklerini teşvik etmek için tasarlanmış. Sinemacılar, yapımcılar ve endüstri profesyonelleri, ortak yapım fırsatlarını değerlendirmek ve ağ kurmak için bir araya geliyor. Bu yıl, Türkiye-Hollanda işbirliği özellikle öne çıkıyor. Hollanda’dan iki film festival programında yer alıyor: "Mr. K" (Tallulah H. Schwab) : Bir seyyar sihirbazın Kafkaesk bir kabusla karşı karşıya kaldığı otel hikâyesini anlatıyor. "Alpha" (Jan-Willem van Ewijk) : Alp dağlarında bir snowboard öğretmeni ile babası arasındaki gerginliği konu alıyor; detaylar için IMDb sayfası . Hollandalı endüstri liderleri, Rotterdam Film Festivali, IDFA, Hubert Bals Fonu, Lemming Film ve Circe Films gibi kuruluşlardan katılıyor. Bu katılım, uluslararası bağlantıları güçlendirmeyi ve yeni ortaklık fırsatları yaratmayı hedefliyor. Ek Etkinlikler Festival, sadece film gösterimleriyle sınırlı değil. Paneller, yönetmenlerle soru-cevap oturumları ve gençler için stop-motion animasyon atölyesi gibi etkinlikler de programda yer alıyor. Bu etkinlikler, sinema severlere interaktif bir deneyim sunuyor. Son Gelişmeler ve Beklentiler Festivalin son duyurularına göre, yaklaşık 130 uzun metrajlı filmin yer alacağı resmi seçki, Altın Lale Yarışması, Yeni Bakışlar ve tematik-retrospektif gösterimlerle zenginleşecek. Hollanda sinemasının öne çıkması, özellikle Türkiye-Hollanda arasındaki kültürel bağları güçlendiren bir unsur olarak dikkat çekiyor. Köprüde Buluşmalar’ın 20. yıl dönümü, festivalin endüstriyel önemini bir kez daha vurguluyor. Özet Tablo: Festivalin Temel Özellikleri Aşamalar Detay Tarihler 11-22 Nisan 2025 Organizatör İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), N Kolay sponsorluğu Film Sayısı Yaklaşık 130 uzun metrajlı, 15 kısa film Ana Yarışmalar Altın Lale, Kısa Film, Yeni Bakışlar Özel Ödüller Zuhal Olcay (Sinema Onur), Gülin Üstün (Emek) Açılış Filmi "Köln 75" (Ido Fluk) Uluslararası Katılım Hollanda: "Mr. K", "Alpha"; Rotterdam, IDFA vb. temsilciler Bilet Satışı 27 Mart 2025 (ön satış 24 Mart, Lale Kart üyeleri için) Ek Etkinlikler Paneller, Q&A, stop-motion atölyesi, retrospektifler Kısa Film Seçkisi Anadolu Efes’in ödül sponsoru olduğu Kısa Film Yarışması da bu yıl uluslararası bir nitelik kazanıyor; bu bölümde yerli ve yabancı 12 kısa film bir arada değerlendirilecek. Umut Şilan Oğurlu - Dilan Hakkında Konuşmalıyız KISA FİLM YARIŞMASI / SHORT FILM COMPETITION (12) - 1:10 / Sinan Taner / İsviçre - Küçük Ev / La Petite Ancêtre / The Little Ancestor / Alexa Tremblay-Francoeur / Kanada / - Neredeyse Kesinlikle Yanlış / Cansu Baydar / Türkiye - Takdir-i İlahi / Pur și simplu divin Simply Divine / Mélody Boulissière, Bogdan Stamatin / Fransa, Romanya - Dilan Hakkında Konuşmalıyız / Umut Şilan Oğurlu / Türkiye - Tutuklu Vatandaş / Dar band / Citizen-Inmate / Hesam Eslami / İran - Köşe Dansı / Taniec w Narożniku / Dancing in the Corner / Jan Bujnowski / Polonya - Garan / Mahsum Taşkın / Türkiye - Gölgeler / Shadows / Rand Beiruty / Fransa, Ürdün - Morî / Yakup Tekintangaç /Türkiye - Sevim / Yağmur Canpolat / Türkiye - Merhaba Anne, Benim Lou Lou / Atakan Yılmaz / Türkiye
- Invincible 4. Sezon Ne Zaman Geliyor?
“Invincible” dizisi, Robert Kirkman’ın aynı adlı çizgi romanından uyarlanan bir animasyon süper kahraman serisidir ve izleyiciler tarafından büyük beğeni toplamaktadır. Dizi, özellikle derinlemesine karakter gelişimi ve beklenmedik olay örgüsüyle öne çıkmaktadır. Dediğim gibi beklenmedik olay örgüleri tüm izleyicileri her geçen bölümde daha da hayran bırakıyor. Özellikle 4. sezonu soran sizler... 3. sezon 8. bölüm neydi öyle?????!!!!!!! IMDb'de ilk 24 saat içinde 10/10 puanla harika açılış yaptı. yaklaşık 26.000 kişinin değerlendirmesi sonucunda da 9.9/10 puanda şu anda. Rotten Tomatoes ise 100%! Harika sorunun cevabına gelecek olursak, Invincible 4. sezonu resmii bir açıklama olmasa da 2026 yılı başında yayınlanacağını birçok kaynak ön görüyor. Umarız ki daha erken gelir ama beklemek bile eğlenceli.
- A Complete Unknown Adını Hak Ediyor! (İnceleme)
97. Akademi Ödülleri adaylıklarına damgasını vuran filmlerden Bob Dylan: Tam Bir Bilinmez’i (A Complete Unknown) sonunda izleme fırsatını buldum! Öncelikle, filmle ilgili beklentilerim büyüktü, çünkü sevdiğim üç şeyi birleştiriyordu: biyografik filmler, müzik ve Timoth ée Chalamet. James Mangold’un yönetmeni olduğunu duyunca daha da heyecanlandım, ne de olsa Old Man Logan’ı beyaz perdeye mükemmel taşıdığı için minnettarım. Ancak maalesef film beklentimi karşılamadı. Bob Dylan benim için filmin adı gibi tam bir bilinmezdi. Neden bilmiyorum ama daha önce ilgimi çekmemişti, hakkında hiç araştırma yapmamıştım. Hayatı hikayesi nedir, hangi şarkıları var, nerelidir, nedir, ne değildir, bilmiyordum. Şu an yaşıyor olduğunu bile yeni öğrendim. Bu yüzden onun hakkında daha fazla bilgi edinmek ve onu tanımak için bu filmin iyi bir fırsat olacağını düşündüm. Peki amacıma ulaştım mı? Pek sanmıyorum. Film 1960 yılında başladı ve yanılmıyorsam 1965 yılında bitti. Kalan 60 senede ne yaptı ve neden görmedik mesela? Bir biyografik film klasiği olarak sonda çıkan yazılarda bir sürü albüm daha yaptığını ve Nobel aldığını vs öğrendim. Konserlerden kıssaydınız belki bunları görebilirdik Mr Mangold ve ekibi. Walk the Line’da aynı şarkıları dinlemişiz zaten. Ama sanırım Bob Dylan’ı yeteri kadar tanıtmadıklarından onlar da haberdar, çünkü Bob filmi izledikten sonra bile tam bir bilinmez. İki tane anlam çıkarabilirim buradan: hem Bob’un kendisi bir bilinmez hem de film onu bu yönüyle gösteriyor ve detaylara inmiyor. Filmle ilgili röportaj vs henüz izlemedim, belki de amaçları Bob Dylan yerine folk müziği tanıtmak ve kutlamaktır. Çünkü filmin ana teması nedir diye sorulursa, Bob Dylan’ın folk müzik erası diye yanıtlarım. Film için Folk o kadar önemli ki, film boyunca bu türde müzik yapan bir sürü sanatçı görüyoruz. Sadece cameo olarak da kullanılmamışlar, yardımcı karakterler olarak bize eşlik ediyorlar. Yani Bob Dylan dışında Pete Seeger, Joan Baez, Woody Guthrie, Johnny Cash, Bob Neuwirth gibi sanatçıları da izlemiş olduk. Ne yalan söyleyeyim, filmin bu yönünü sevdim. Ancak bu kadar folk sanatçısına yer verilmesi de folk filmi tespitimi kanıtlıyor gibi. Aslında filmde yeteri kadar Bob Dylan vardı, ekran süresi iyi ayarlanmıştı diyebilirim. Asıl sorun şu idi; Bob ekranda olduğu zamanlarda kendisi hakkında bir şey öğrenmiyorduk. Ya şarkı besteliyor, söz yazıyor, gitar çalıyor ya da kız arkadaşlarından biriyle takılıyordu. Neredeyse bir derinliği yoktu diyeceğim. Bahsettiğim yardımcı karakterler hakkında bile Bob ile aşağı yukarı aynı miktarda bilgiye sahibim. Film Bob’a ne kadar yer verirse versin Folk müziğin daha çok öne çıkması bu yüzden sanırım. Edit: Biraz araştırmadan sonra A Complete Unknown’ın Bob’ın elektrikli gitara geçişiyle ilgili tartışmalara odaklanan bir film olarak planlandığını öğrendim. Hatta adı neredeyse “Going Electric” bile oluyormuş. Yine de çok mantıklı bir karar olmadığını düşünüyorum. Bob’ı bu kadar iyi canlandıran bir oyuncu varken neden hayatının sadece 5 yılına odaklanmayı seçtiler? Sadece bu yıllarda aktif olsa tamam diyeceğim ama adamın biyografisi dopdolu… Karakterler Belki de film beklentimi karşılamadı derken Bob Dylan’ın kendisinden bahsediyorumdur. Çünkü filmde Bob, çok konuşmayan, ketum, tişört değiştirir gibi kız arkadaş edinen, aldatan, kendi bildiğini okuyan, folk dinlemek için gelen folk festivalindeki bir sürü insana yeni şarkılarını tanıtmaya çalışan, hakkında fazla şey bilinmeyen, kendini beğenmiş, esrarengiz bir adam olarak tanıtılmış. Anti-hero olarak tanımlamaya çalışsam, bu şekilde sevmeye çalışsam diye düşündüm, ama elle tutulur pozitif bir özelliğinin de gösterildiğini düşünmüyorum. Böyle bir tanımlama yapabilmek için bile onu filmde yeteri kadar tanıdığımızı düşünmüyorum. Onun hakkında öğrendiğimiz şeylerin çoğu negatif. Yani filmden çıktığınızda onu sevmek için bir sebebiniz olmuyor. Sinemadan çıktığımızda arkadaşlarımla Bob’ın ne kadar “pislik” gibi davrandığı hakkında hemfikirdik. Pozitif birkaç sahne de görmedim değil; Woody’e ithaf ettiği şarkısı ve savaş hakkındaki şarkıları, aslında çok öyle gözükmese de istediği zaman umursayabilen biri olduğunu gösteriyordu. Ama bunu sadece şarkıları üzerinden yapıyordu. Yardımcı karakterlerden Joan Baez ve Johnny Cash en çok ilgimi çeken sanatçılar oldu. Bob kariyerine yeni yeni başlarken onlar çoktan şöhret olmuş, sahne alıyorlardı. Müzik türünü çok sevmesem de Joan’ın sesini ve tarzını sevdim. En önemlisi Bob’ın saçmalıklarına boyun eğmemesi ve Sylvie gibi biraz “lovesick” olmamasını sevdim. Tabii bu duruma, ekonomik özgürlüğünü kazanmış olması, kendi öz değerini şöhret ile pekiştirmiş olması gibi etkenler katkıda bulunmuş olabilir. Özellikle de dönemin şartlarına bakarsak. Joan ile Bob’ın zıt karakterlere sahip olduğunu düşünüyorum. Bu özellikleri de sahnelere yansıyor. Bob ne kadar kafasına estiği gibi davranan, umursamaz, kendini beğenmiş marjinal bir sanatçı gibi davranıyorsa Joan da o kadar özenli, düşünceli ve geleneksel bir sanatçı. Bir sahnede yine ikisi turneye çıkmış, düet yapıyorlardı. Joan (şu an hangi şarkı hatırlamıyorum) seyircinin sevdiği, klasik parçalardan birini çalmak istiyordu. Bob itiraz etti ve seyirci doğal olarak yuhalamaya başladı. Sanırım en sonunda Bob sahneyi terk ediyordu, Joan ise seyirciye istediklerini kendisinin verebileceğini söyleyip, isteklerine saygı duyduğunu gösteriyordu. Ki olması gereken de buydu. Halk doğal olarak en bilinen, sevilen şarkıyı istiyordu. Bir sanatçı olarak, belki de sadece o şarkı için onca yolu tepip gelen insanlara istediklerini vermesi gerek. Düşünebiliyor musunuz, Michael Jackson konserine gidiyorsunuz, “Thriller, Beat It” gibi şarkıları söylemiyor, onun yerine, “Yeni albümüm çıkıyor, onları söyleyeceğim” diyor. Tabii ki yenileri de söyleyecek, ancak, onu buralara getiren, en sevilen şarkıları söylemeden konseri bitirirse, Bob Dylan’ın yaşadığı gibi bir kaosa hazır olsun. Joan’ın kral(içe) hareketlerinden bir tane daha söylemeden geçmeyeyim; Bob film boyunca bir Sylvie bir Joan ile takılıyor. Kısa bir zaman atlaması var, o sırada iyice şöhrete kavuşuyor, ne Joan ne de Sylvie ile görüşmüyor. Sonra gecenin bir yarısı Sylvie’nin evine dalıyor, onu uyandırıyor, ancak sevgilisi var. Baktı buradan hayır yok, bu sefer Joan’a gidip onu uyandırıyor. Joan onu içeri alıyor ama Bob onunla ilgilenmiyor, Joan’ın gitarını tıngırdatıyor. (E niye geldin o zaman? Tamam, madem geldin, niye kızın uyumasına izin vermiyorsun?) Bob, Joan’dan azarı yiyor tabii ki ve kovuluyor. Biraz Johnny Cash’ten bahsedeyim. Henüz izlemedim ancak James Mangold, Johnny’i daha önce bize Walk the Line’da tanıtmıştı. Mangold’un Johnny Cash hayranı olduğuna dair şüphem yok artık :) Zaten filmde de havalı ve efsanevi bir sanatçı gibi yansıtılmış. Gibi derken, yanlış anlaşılmasın, nasıl göründüğünden bahsediyorum. Yoksa Johnny’nin nasıl bir sanatçı olduğuna dair hiçbir fikrim yok, olamaz da. Çünkü sevdiğim ve bilgisine sahip olduğum bir sanatçı/alan değil. Filmde Bob’a yol gösterici, akıl hocası gibi bir işlevi vardı. Aralarında mektuplaşıyorlardı. Bu dinamiği sevdim. Ancak bir şeyi çözemedim. Bob elektro gitar ile yeni müzik yapmak istediğini söyleyince Johnny ona destek vermişti. Ancak folk festivalinde onaylamıyor gibi gözüküyordu. Belki de tepkiden dolayı fikrinden vazgeçmiştir. Pete Seeger ve Woody Guthrie’ye de filmde Bob’ın örnek aldığı akıl hocaları diyebiliriz. Onlar hakkında filmdeki rollerinden keyif aldığım dışında söyleyecek çok bir şeyim yok. Belki folk müziğe aşina olsam bu sanatçıların canlandırıldığını görmek daha çok şey ifade edebilirdi. Filmden bir örnek daha vereyim, Bob bir ara asansörde tanımadığı biriyle sohbet ediyordu ve sohbetlerinden anladım ki o da bir sanatçı. Ben de merakla bekledim kim olabilir diye. En son kendisini Bob Neuwirth olarak tanıttı, ama bu isim bana hiç tanıdık gelmedi. Google’dan bir bakayım dedim, yine hiçbir şey çağrıştırmıyordu. Tanıdığım biri olsa belki daha çok şey ifade edecekti. Mesela 2018 yapımı Bohemian Rhapsody’deki Bob Geldof ya da Live Aid sahnesinde sahneye çıkmak üzere olan sanatçılar gibi... Müzik Film arasında arkadan birinin “Müzik dinlemek istesem YouTube’dan açar dinlerdim, boşuna çekmişler” dediğini duydum. Katılıyorum, açıkçası. Bu kadar şarkı dinlememize gerek var mıydı? Tamam, müzisyen bir adamın hikayesini izliyoruz ama sonuçta bu bir film, konser değil. Bir müzikal-sever olarak ben bile bunu diyorsam, bir sorun vardır. Bahsettiğim şarkılar sahne geçişleri arasında kullanılabilirdi, çok daha zevkli olurdu. Ancak oturduk ve bir düzine konser izledik… Şarkıları başarılı kullanan Bohemian Rhapsody'den örnek vereceğim yine. 15 stüdyo albümünden toplamda 188 şarkısı bulunan Queen’in en güzel şarkılarını alıp sahne geçişlerinde kullanmıştı. Filme 3 Queen şarkısıyla girip 24 Queen şarkısıyla çıkmıştım. Davullarına bira döktükleri konserleri, şarkılarını kaydettikleri stüdyo seansları, I Want to Break Free klibi ve Freddie’nin partilediği Another One Bites the Dust sahnesi gibi farklı şarkıları farklı sahnelerde kullanmışlardı. Bunu da dozajında yapmışlardı, şarkının hepsini duymamalıyız ki merak edip devamının evde dinleyelim. Bu şekilde çok daha akıcı, ilgi çekici bir filmdi. A Complete Unknown’da o dinamik görüntüleri görmek isterdim, gitarıyla 10 dk boyunca şarkı söyleyen Bob Dylan’ı değil… Belki de 60’lı Folk şarkılarını sevmediğim içindir ancak filme birkaç Bob Dylan şarkısı sevme beklentisiyle girdim. Hiçbiri aklımda kalmadan çıktım. Hepsi birbirine benziyordu. (Özür dilerim boomerlar) Yine Bohemian Rhapsody karşılaştırması yapacağım ama, Queen de sevgili boomerların jenerasyonundan bir grup ne de olsa. İki film de her iki müzisyenin kariyerleri açısından önemli bir konseriyle bitti. Ancak sadece birinde bir kere bile saatime bakmadım ve tıpkı bir konserde gibi şarkılara eşlik ettim. Dediğim gibi, belki de türü sevmediğim içindir. Edit: Bob hakkında bu filmden bir şey öğrenemediğime göre, internette biraz araştırma yaptım ve her ne kadar müzik tarzını çok sevmesem de şarkı sözlerini sevdiğimi belirtmek isterim. Bob Dylan’ın bir şair ve şarkı sözü yazarı olarak değerini göz ardı edemem. Ek olarak şarkılara ısındım ancak hala açıp dinleyeceğimi düşünmüyorum. Performanslar Performanslar konusunda eleştireceğim bir şey yok. Timoth ée zaten fiziksel olarak Bob Dylan’a epey benziyor. Timoth ée ’nin gerçek hayattaki sesini ve tavırlarını bildiğim için, oyunculuğunu takdir ettim. İçine doğru burundan konuşması, aksanı, Bob’ın umursamazlığını, coolluğunu yansıtabilmesi jenerasyonumuzun en iyi oyuncularından biri olduğunu kanıtlıyor. Bunun üstüne filmdeki bütün şarkıları kendi söylemiş, gitar ve mızıkayı kendi çalmış. Hatta çoğu performansı da sette canlı olarak söylemiş. Filmin gitar koçu Larry Saltzman Timoth ée ’nin Bob’ın eşi benzeri olmayan sert ve dağınık gitar çalışını öğrenmek için oldukça sıkı çalıştığını söylüyor. Filmin ses miksajcısı ise Timoth é e’nin Bob’ın vokal tarzını doğru canlandırabilmek için sesini çeşitlendirdiğini söylemiş. Son olarak yönetmen James Mangold, Timoth ée ’nin filme olan bağlılığını göstermek için sette arkadaşlarıyla veya ziyaretçilerle iletişim kurmadığını ve çekim olmasa bile sette "Bob" olarak çağrıldığını söylüyor. 2019’dan beri bu film için çalışmaları sıkı çalışmanın ve yeteneğin başaramayacağı şey olmadığını gösteriyor. Timoth ée ’nin kariyerini de iyi yönettiğini düşünüyorum, 29 yaşında olmasına rağmen 4 tanesinde başrol olduğu, 7 En İyi Film Oscar’ına aday olan filmde oynamış. Başka kim 29 yaşında filmografisinde Interstellar, Call Me by Your Name, Lady Bird, Beautiful Boy, Little Women, The French Dispatch, Dune, Don’t Look Up, Dune 2, Wonka, A Complete Unknown gibi filmlerin olduğunu söyleyebilir ki? Sadece 10 senedir aktif olarak oyunculuk yapıp bu kadar başrol alabilmesi ve prestijli ödüllerden adaylıklar alabilmesi büyük bir başarı bence. Tiyatro geçmişi de olduğunu söylemeden geçemeyeceğim, YouTube’daki performanslarını izlemeye bayılıyorum. Görünüşüyle tipik bir frat boy olacağını zannediyorsunuz ancak Dune gibi filmlerde öyle devleşiyor ki. Lisan al Gaib olduğuna inanası geliyor insanın. Timoth ée ’yi de abartmayı bitirdiğime göre diğer performanslara geçebilirim. Beni şok eden asıl Edward Norton oldu. Filmin yarısına kadar o olduğunu bile anlamadım. Ne zamanki Google’dan cast listesine baktım, o zaman anladım. O da tesadüfen oldu, yoksa “Edward Norton mu acaba” demedim, bir şüphem yoktu. Bir insan bu kadar mı iyi Southern tatlış amca rolüne bürünebilir! (Özür dilerim Pete Seeger) İkinci yarıda her sahnesinde kendi kendime “Bu nasıl Edward Norton yaa” dedim. Bu rolde bir başkası olsa büyük ihtimalle o kadar şaşırmazdım, örneğin Hugh Jackman, adamın kendisi zaten şeker gibi. (O da kendini Logan gibi vahşi bir karakteri iyi oynayarak kanıtlıyor) Ama Norton olunca hayrete düştüm. Normalde kendisini sempatik bulmam, çünkü yer aldığı filmlerde genelde tehditkâr ve soğuk gözükür. Bunu bir Reddit postunda güzel açıklamışlar, aslında ekranda fiziksel varlığı güçlü olan biri değil, ama gerektiğinde devleşebiliyor. Ve bunu ruhsuz adam, tehditkâr adam gibi altından kalkması zor olan rollerdeyken yapabiliyor. Aslında Timoth ée de öyle, onun fiziksel görünüşünden, duruşundan ve beden dilinden farklı anlamlar çıkarabilirsin, ancak oynamaya başladığında farklı birine dönüşür. Sadece o daha duygusal erkekleri oynuyor. Norton’a dönersek, bu filmde bir 360 derece yaparak negatif özellikli adamlar yerine pozitif bir adamı canlandırmasıyla geniş bir oyunculuk yelpazesine sahip olduğunu kanıtlıyor bence. Norton, Pete Seeger olarak oldukça sakin ve güven verici biri. Folk müzikten vazgeçmeyecek kadar da geleneksel bir tip. Bu da Norton’ın ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu gösteriyor bize. Joan Baez rolünde Monica Barbaro da başarılıydı. Gerçek fotoğraflarla karşılaştırdığımda Monica, Joan’a epey benziyor. Tabii ki sadece benzemek de değil, oyunculuğunu ve şarkı performanslarını da takdir ediyorum. Yine Timoth ée gibi performansların ona ait olması da yeteneğini gösteriyor. Monica’ya ek olarak Edward Norton ve Johnny Cash rolünde Boyd Holbrook da kendi çalıp söylemiş. Timoth ée , Edward ve Monica, 3’ü de oyunculuklarıyla şu an Oscar adayılar. Kazanacaklarını düşünmüyorum çünkü başka performanslar daha çok öne çıkıyor ama yine de adaylığı hak ettiklerini düşünüyorum. Son olarak Woody Guthrie olarak Scoot McNairy’nin de diyalog olmadan rolünü on numara oynadığını söylemeden geçmek istemem. Son Olarak İncelemenin sonuna gelirken, bazı filmlerin kimin için olduğu önemlidir, bundan bahsetmek istiyorum. IMDB’de şu yoruma baktığım zaman, fragmanı gözleri dolarak izleyen, şarkıları defalarca dinlemiş olup filmi izleyen, filmdeki zaman aralığında yaşamış olan insanların filmden daha çok keyif aldığını görüyorum. Bu çok normal, çünkü işin içine nostalji faktörü de giriyor. Ancak sadece nostalji de değil, bu insanlar gerçekten folk müziğini ve Bob Dylan’ı seviyor. Ve bu film tam da onlar için yapılmış bir film. Belki Queen’in müziğini sevmeyebilirsin ama Bohemian Rhapsody filmini büyük ihtimalle seversin. Ama A Complete Unkown’a yüksek puan verecek kadar sevebilmen için sanırım biraz yaş almış olman gerekiyor. Yanlış da düşünüyor olabilirim, bilmiyorum. Ama bir boomer'ın Z kuşağına oranla filmden daha çok zevk alacağını düşünüyorum. Bu Z kuşağının eski müziklerden keyif alamayacak kadar sığ olduğu anlamına geliyor? Kesinlikle hayır. Sadece filmin temposu, müziklere ne kadar yer verdiği, Bob’ı yeteri kadar tanıtmaması (Eski jenerasyonlar onu zaten tanıyor) gibi etkenler bu düşüncemi destekliyor. Hatta folk'un bilinirliği ve kimler tarafından sevildiği de bir etken. Pop ve Rock gibi günümüzde de varlığını sürdüren türler Z jenerasyonu tarafından seviliyor. Ancak Folk, Country, Blues gibi türler hakkında aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Şimdi boomerlara Miss Americana’yı izletin bakalım sevecekler mi :) Bob Dylan’dan ayrı olarak filmden çıkarabileceğim şeyler var mı? Evet. Yeni konseptlerin doğuşunun, değişimin nasıl bir yol olduğu, sanatçıların kalıplara konmak istememesi ve özgürlüğünü ilan edebilmesinin ne kadar doğru olduğu gibi temalardan bahsedebilirim. Film bu soruları sorması ve beni düşünmeye sevk ettiği için benden artı puan alıyor. Festival sahnesini izlerken aslında Bob’ın tarafını tutuyordum, yeni sanatçılar ve konseptler ortaya çıktıkça Bob’ın aynı kalmak istememesi çok normal. Ancak sonra düşünüyorum ki yeni müziği tanıtmak için Folk Festivali doğru bir yer değildi… Her ne kadar performanslar müthiş olsa da, Bob Dylan'ın 1960-1965 arası yaşadığı olaylar anlatılmaya değer miydi, emin değilim. Bahsettiğim gibi daha kapsamlı bir biyografi filmi yapılabilirdi. Duygusal olarak sizi etkiliyor mu? Belki 60 yaşındaysanız. Verdiği mesaj değerli mi? Bir noktaya kadar, o da 60'lı yılların ünlü sanatçılarının deneyimleriyle ne kadar bağlantı kurabiliyorsanız. Genel Puan: 2.5/5 Hikaye: 3/5 Performans: 5/5 Sinematografi: 3/5 Yönetmenlik: 3/5 Kurgu: 3/5 Müzik: 3/5 (TAMAMEN SUBJEKTİF) Temalar/Mesaj: 3/5 Duygusal Etki: 2/5 Tekrar İzlenebilirlik: 2/5 Eğlence Değeri: 2/5 Yenilikçilik/Yaratıcılık: 2/5 (I'm Not There ve Walk the Line?) Yazan: Su Evci nsuevci@gmail.com Kaynakça TodayShow. (2024, December 30). Is Timothée Chalamet really singing in new Bob Dylan biopic “a complete unknown”? TODAY.com . https://www.today.com/popculture/movies/timothee-chalamet-sing-guitar-a-complete-unknown-rcna185787
- Mark Hamill’den Luke Skywalker Yorumu: Star Wars’un Unutulan Mesajı
Star Wars’un efsanevi ismi Mark Hamill, Luke Skywalker’a dair ilk izlenimlerini paylaşarak serinin özünü nasıl ıskaladığımızı bir kez daha hatırlattı. Hiç kimse Star Wars’un bu denli büyüyeceğini tahmin edememişti; Steven Spielberg’e göre George Lucas bile ilk filmin 15-20 milyon dolar hasılat yapacağını düşünüyordu. Oysa film, enflasyonla düzeltildiğinde 3.8 milyar doları aşan bir başarıya imza attı. Hamill başta Star Wars’u bir parodi sanmış, ancak senaryoyu okuyunca fikri değişmişti. Yan Karakter Sandı, Kahraman Oldu Hamill, Smartless podcast’inde şunları anlattı: "Sette Harrison [Ford] başrol gibiydi, bense onun sıkıcı yardımcısı… Sürekli peşinden koşup duruyordum." Luke’un klasik bir "kahraman yolculuğu" izlediği doğru, ancak Hamill’in bu düşüncesine şaşırmamak lazım. Geleneksel anlatılarda kahraman sonunda sevdiğine kavuşurken, Star Wars’ta Leia’yı kazanan Han Solo oldu. Lucas’ın Dahice Hamlesi Günümüz izleyicileri, Lucas’ın ne kadar sıra dışı bir hikaye kurduğunu unuttu. Harrison Ford; özgüvenli, nüktedan ve prensesin kalbini çalan bir "kötü adam" prototipiydi. Oysa Lucas, galaksinin ücra bir köşesinden çıkan sıradan bir genci başrole taşıdı. Luke’un en büyük kahramanlığı, ışın kılıcını kullanmak yerine bırakmasıydı. Bu perspektifle bakınca, o geleneksel Hollywood kahramanlarından çok farklı. The Last Jedi ve Gerçek Luke Hamill’in sözleri, The Last Jedi’daki Luke’u hatırlatıyor: "Ne sandın? Işın kılıcımla çıkıp First Order’la mı savaşacağım?" İzleyicilerin beklediği (ve The Mandalorian’da gördüğü) Luke, Marvel tarzı bir süper kahramandı. Oysa Lucas’ın yarattığı Luke, güçle değil, insanlığıyla kazandı: Babasına olan inancı, diğerlerine duyduğu sevgi ve merhameti… Star Wars’un mesajı açık: Güç zafer getirmez; güce takıntılı olanlar karanlığa yenik düşer. Luke, sıradanlığı aşabilen ve sevmeyi bilen biri olduğu için özel. Güç Tutkusu ve Kayıp Miras İlginçtir, artık resmi kanon sayılmayan eski Star Wars kitaplarında bile Luke’un gücüne odaklanılmıştı. Örneğin Kevin J. Anderson’un "Jedi Akademisi" üçlemesinde Luke, lav gölünün üzerinde yürüyordu. Timothy Zahn’ın "Thrawn’ın Eli" kitaplarında ise Mara Jade, Luke’u Güç’te "bağırarak" varlığını belli ettiği için eleştiriyordu. Bu, onun aslında ne çok şey kaybettiğinin göstergesiydi. Yeni Umut: Sıradan İnsanın Seçimi Hamill’in sözleri bize Lucas’ın dehasını hatırlatıyor. İlk bakışta Luke, arka planda kalan bir yardımcı karakter gibi görünüyor. Ama galakside yeşeren "yeni umut", ışın kılıcıyla orduları dağıtan bir süper kahramandan değil, tüm zorluklara rağmen sevmeyi seçen sıradan insanlardan geliyor. İşte bu yüzden, yan karakter aslında başroldür.
- Cobra Kai Bitti mi? 7. Sezon Var mı?
Cobra Kai, ilk değil ikinci sezonu sayesinde çok büyük bir başarı elde edip büyük bir ilgi toplamıştı. Sony'nin yaptığı en iyi yapımlardan biri olan bu seri Karate Kid üçlemesinden sonra bugün, yetişkin kitleye büyük nostalji yaşatıp gençlere de hitap eden bir şov sundu. 2025 Şubat ayında da Netflix'teki izleyicilerine veda etti. Dizi iyi bir noktada bitirildi. Tadı kaçmadı yani. Tüm hikayesi başladığı noktaya dönü ve kötülüğün yerini iyiliğin bulduğu klasik bir hikayede izledik. Ama bu son demek değil. Başrolde Ralph Macchio ve Jackie Chan'in olduğu yeni bir Karate Kid: Legend filmi geliyor. 3 Film + 7 Sezon Dizi + 1 Film olarak harika bir yapım sunuldu. Son filmin fragman da burada!
- Kaptan Amerika 4 After Credit Var Mı?
Selamlar. Sizlere Captain America: New World Order filmi için hızlı cevap veriyorum. Captain America: New World Order filminde after credits sahnesi var mı? Captain America: New World Order filminde credits sonrası sahne yok ama credits sonrası sahnesi var.
- Latin Sinemasının İz Bırakan En İyi 10 Filmi: IMDb Puanlarına Göre Sıralı
Latin Amerika sineması, renkli kültürü, sosyal gerçekçiliği ve büyüleyici hikayeleriyle dünya çapında ses getiren filmler üretiyor. İşte IMDb puanlarına göre sıralanmış, eleştirmenlerin övgüyle bahsettiği en önemli 10 Latin filmi: 1. City of God (Cidade de Deus) Yönetmen: Fernando Meirelles & Kátia Lund | Yıl: 2002 | Ülke: Brezilya | IMDb: 8.6 Konu: Rio de Janeiro’nun yoksul varoşlarında suç ve şiddet döngüsüne sıkışan gençlerin hikayesi. Eleştiriden Bir Kesit: "Sinema tarihinin en çarpıcı suç dramalarından biri. Meirelles, gerçekçi anlatımıyla izleyiciyi adeta bir belgeselin içine çekiyor." – Roger Ebert 2. The Secret in Their Eyes (El secreto de sus ojos) Yönetmen: Juan José Campanella | Yıl: 2009 | Ülke: Arjantin | IMDb: 8.2 Konu: İşlenmemiş bir cinayet davasının peşinden koşan emekli bir savcının tutku ve intikam dolu yolculuğu. Eleştiriden Bir Kesit: "Gizem, aşk ve siyasi gerilimin mükemmel dengesi. 2010’da En İyi Yabancı Film Oscar’ını alması tesadüf değil." – The Hollywood Reporter 3. Pan’s Labyrinth (El laberinto del fauno) Yönetmen: Guillermo del Toro | Yıl: 2006 | Ülke: Meksika/İspanya | IMDb: 8.2 Konu: İç savaş döneminde, masalsı bir labirentte kaderini arayan küçük bir kız. Eleştiriden Bir Kesit: "Del Toro, gerçek dünyanın acımasızlığını büyülü gerçekçilikle harmanlayarak unutulmaz bir başyapıt yaratmış." – Rolling Stone 4. Amores Perros Yönetmen: Alejandro González Iñárritu | Yıl: 2000 | Ülke: Meksika | IMDb: 8.1 Konu: Üç farklı hayat, bir trafik kazasıyla kesişir. Eleştiriden Bir Kesit: "İnsanlığın karanlık yönlerini cesurca anlatan bu film, Iñárritu’yu uluslararası arenaya taşıdı." – The New York Times 5. Wild Tales (Relatos salvajes) Yönetmen: Damián Szifron | Yıl: 2014 | Ülke: Arjantin | IMDb: 8.1 Konu: İntikam ve öfkenin sınırlarını zorlayan altı kısa hikaye. Eleştiriden Bir Kesit: "Karanlık komedi ile sosyal eleştirinin müthiş bir karışımı. Her hikaye izleyiciyi şoke etmeyi başarıyor." – Variety 6. Central Station (Central do Brasil) Yönetmen: Walter Salles | Yıl: 1998 | Ülke: Brezilya | IMDb: 8.0 Konu: Yalnız bir kadın ile babasını arayan bir çocuğun yolculuğu. Eleştiriden Bir Kesit: "İnsan ilişkilerinin inceliğini anlatan bu film, evrensel bir duygusal derinlik sunuyor." – The Guardian 7. The Motorcycle Diaries (Diarios de motocicleta) Yönetmen: Walter Salles | Yıl: 2004 | Ülke: Arjantin | IMDb: 7.8 Konu: Che Guevara’nın gençliğinde Güney Amerika’yı keşfeden motosiklet yolculuğu. Eleştiriden Bir Kesit: "Sadece bir biyografi değil, aynı zamanda bir neslin ideallerine dokunan bir yol hikayesi." – Time Magazine 8. Roma Yönetmen: Alfonso Cuarón | Yıl: 2018 | Ülke: Meksika | IMDb: 7.7 Konu: 1970’lerin Meksiko’sunda bir ailenin ve hizmetçilerinin yaşamı. Eleştiriden Bir Kesit: "Görsel bir şiir. Cuarón, kişisel tarihini siyah-beyaz bir başyapıta dönüştürüyor." – IndieWire 9. Y Tu Mamá También Yönetmen: Alfonso Cuarón | Yıl: 2001 | Ülke: Meksika | IMDb: 7.6 Konu: İki gencin, kendilerinden büyük bir kadınla çıktıkları yolculukta cinsellik ve dostluk sınavı. Eleştiriden Bir Kesit: "Cesur ve dokunaklı. Cuarón, ergenliğin karmaşasını politik metaforlarla anlatıyor." – The Atlantic 10. Like Water for Chocolate (Como agua para chocolate) Yönetmen: Alfonso Arau | Yıl: 1992 | Ülke: Meksika | IMDb: 7.1 Konu: Aşkı yasaklanan bir kadının, duygularını yemeklerine aktarması. Eleştiriden Bir Kesit: "Büyülü gerçekçiliğin sinemadaki en lezzetli örneği. Her sahne bir tablo gibi." – Chicago Tribune
- Muğlaklığın Sineması: David Lynch’in Rüyalar ve Gerçeklik Arasında Kurduğu Köprü
2010 yılında, Kadir Has Üniversitesi’nin bulunduğu Cibali’de, öğrenci bütçesine uygun yemek için gittiğimiz esnaf lokantasında kuru fasulye-pilav yerken sık sık sinema üzerine sohbet ederdik. Kamera lenslerinden tutun da izlediğimiz filmlere, sevdiğimiz yönetmenlere kadar her konu masaya yatırılırdı. Aramızda, üniversite sınavında derece yapıp taşradan bursla gelmiş bir arkadaş vardı. Bir gün, yine o lokantada, “Tek bir kişiyle görüşme şansım olsa David Lynch olurdu,” dedi. "Ne düşünüyor acaba, kafasından ne geçiyor" demişti. Bunu “havasına” söylememişti; öyle anlaşılıyordu ki onun için Lynch, sinemanın ötesinde bir figürdü. Şimdi 30’larımızın ortasındayız ve o arkadaş edebiyat dünyasında oldukça iyi bir noktada. Geldiği kasabada ya da köyde izlediği dünya sineması içinde en vurucu ismin Lynch olduğunu düşünüyorum ki, o güne kadar yaşamış kim varsa onların içinden bir Amerikalı yönetmeni seçmişti. Yani hikayesi artık enterasan gelmeyen bir ülkenin yönetmenini. Başka bir alandan gelip başladığım sinema okulundaki arkadaşlarımın da takıntılı olduğu yönetmen ve filmlerin ortak kümesinde yine Lynch vardı. Herhangi bir uyarıcı almadan dünyadan kopmanın en “düşük bedelli” hâliydi, onun filmlerini izlemek. Gerçekten akıp giden bir Spielberg veya Nolan sineması, büyük kitleler için bir ihtiyaçtır ve sıklıkla tek formül olarak görülür. Lynch ise dünyanın aşırı gerçekliğinin çiğliği ve sıkıcılığını bambaşka bir dille sunar. Baştan sona bir Lynch filminin, o güne dek yaşadığınız entelektüel ve zihinsel süreçlerin bire bir karşılığı olduğunu söylemek zordur. Elbette Mulholland Drive veya Lost Highway üzerinden post-modern okumalar yapılacak, filmin asıl gayesi dışında anlamlar bulunacaktır. Bulunulmuştur da. Ancak bu tür filmleri “anlamaya çalışmanın” kendisi çoğu zaman anlamsızdır; çünkü söz konusu eser, öncelikle bir “his” sunar, duyguları hedef alır. Geleneksel bir bakış açısıyla izlerseniz, kopuk ve anlaşılmaz görüntüler yığını olarak değerlendirmeniz mümkün, buna da hak vermek gerekir. Üstelik sinema gibi pahalı ve kolektif bir işin başarısızlık bedeli çok ağırdır. Çok az film, sonradan hak ettiği değeri bulabilmiştir. Hak ettiği değeri bulmayan filmleri sürdürmek de finansal açıdan neredeyse imkânsızdır. David Lynch, ekonomik açıdan ya ucu ucuna, ya görece düşük bir kârla ya da tamamen zararına film çekmiştir. Üretken bir yönetmen de değildir; toplamda 10-11 tane film yapmıştır. Büyük ihtimalle sinemadaki maddi başarısızlık, üretkenliğini doğrudan etkilemiştir. Ancak şu an bu yazının kaleme alınmasına sebep olan ve sosyal medyada ölümüne ilişkin paylaşımlarla herkesin onu yad etmesini sağlayan motivasyon, Lynch’in kültürel anlamda yarattığı büyük etkti yüzündendir. Yakın zamanda The Exorcist ve French Connection gibi kült filmlerin yönetmeni William Friedkin öldüğünde pek konuşulmadı. Oysaki “iş” olarak, yapım şirketlerine muazzam gişe kazançları getiren ve Lynch’e oranla çok daha geniş kitlelere ulaşan filmler üretmişti. Yine de Lynch, kendi başına, filmlerinden de ayrı bir şekilde var olabildi ve varlığı bir çok sanatçıyı etkilemştir. Nasıl etkilemiştir? Art-house, post-modern, bağımsız filmleri “kategorik olarak sevme” gibi bir yaklaşım pek mümkün değil. Zaten bu kategoride, kötü öğrenci filmleri de dâhil olmak üzere, çok geniş bir yelpaze var. Kimsenin gönüllü olarak baştan sona deneysel film izleyeceğini sanmıyorum. Kameranın icadından günümüze her geçen gün daha fazla “film” üretiliyor. Sinemaya gidilmese bile, festivalleri ve çevrimiçi platformları dâhil ettiğimizde, geçen yıla kıyasla daha fazla ticari ve bağımsız film çekildiğini görüyoruz. David Lynch, bu art-house evrenin içinde sivrilmiş, aynı zamanda geniş bir izleyici kitlesi tarafından “izlenebilir” bulunan ender yönetmenlerden biri olarak ayrışıyor. -Tamam bir daha çekelim. Ama bu sefer iyi olsun. Muğlak ve rüyamsı “anlar” izleyicinin kendi tecrübelerini tetikler. Popüler kültüre ve diğer sanat dallarına da bu yaklaşım, kimi zaman dalga geçilerek, kimi zamansa övülerek yansımıştır; böylelikle bir “Lynch kültürü” oluşmuştur. “Sanatsal film abi işte” diyerek anlaşılmazlığı “derinlik” sanan filmler de çoğu zaman Lynch’e gönderme yaptığını iddia eder. Onun kadar “anlaşılmaz” veya “muallak” film üreterek başarısızlığa kılıf bulanlar çıkmıştır. Oysa Lynch filmleri, disiplinli bir “kaos” hâlidir; teknik açıdan ciddi hatalar barındırmaz, amatörlüğe yer vermez. Bağımsız filmlerin en büyük sorunu olan bütçesizlik Lynch söz konusu olduğunda pek geçerli değildir; çünkü Hollywood içerisinde kendine özgü bir özerkliği sağlamış bir yönetmendir. Bu sebeple Lynch sinemasında Hollywood ve art-house unsurları iç içe geçmiş hâlde görürüz. Onu “kült” yapan da budur. Gişe filmlerinde gördüğümüz oyuncuları, genelde az bir kesimin keyif alacağı filmlerde kullanmaktan çekinmez. Bu filmler, yüksek gişe beklentisiyle çekilip başarısızlığa uğramış yapımlar değil; ressamlığa da ilgi duyan bir sinemacının, David Lynch’in, kendi dünyasını yansıtan eserlerdir. Tablolarda tek bir anın kompozisyonu ve anlam gücü, sinema gibi hareketli bir ortama taşınınca farklı bir etki yaratır. Lynch filmleri de tam olarak bu nedenle farklıdır. Ölüm Lynch, 16 Ocak 2025 tarihinde öldü. YouTube'da garip hava durumu yayınları yapmasını izleyip, deneysel işlerin peşinde koşturan ihtiyar delikanlımız diye düşünürken haberini aldık. Açıkçası Gazze olayı yanı başımızdayken, 6 Şubat depremi olmuşken, Kuzeyimizde savaş varken, genç ölümleri yaşınıyorken benim Lynch için üzülmemin, üzülmemizin bir anlamı yoktur elbette. Ancak kültüre katkı sağlayan her kişinin ölümü önemli bir kayıptır. Bir sanatçı olarak Özkan Uğur öldüğünde bu denli bir kötü hisse kapılmıştım. Bu insanlar kültürü yerelde ve globalde oluşturuyor ve ona göre minimal etkileri de olsa şekilleniyor. Geçtiğimiz günlerde Ferdi Tayfur'un ölümü de buna dahil. Nasıl bir içerik üretilirse üretilsin Tayfur, Türk kültürünün içindeydi. Öldüklerinde biz de bir parça ölüyoruz aslında. Belki de ona üzülüyoruz. Zaman her şeyin ilacıdır doğrudur ancak fazla alınınca her ilaç gibi zarardır. Doğduğumuz ve öldüğümüz ana kadar düşün dünyamızı etkileyen herkes yaşayabilseydi keşke.