İki Belgesel, Tek Efsane: Ozzy Osbourne'un Son Perdesi
- Gurur Sönmez
- 9 Eki
- 6 dakikada okunur
Geçtiğimiz yaz, bütün hastalıklarına rağmen bir stadyum dolusu insana konser vermesine şaşırmamız yetmiyormuş gibi, o büyük konserden sadece iki hafta sonra hayatını kaybetmesiyle Ozzy Osbourne’un vedası, rock dünyasında hem hayranlarını hem de müzikseverleri derinden etkiledi. Rockstarlar da yaşlanır, deyip geçmek kolay; ancak Ozzy Osbourne gibi renkli ve efsanevi bir figürün bu süreci yaşaması, hele de son konserine hastalıkla ve ölümle savaşırken çıkması, gerçekliğin ne kadar ilginç ve acımasız olduğunu gösteriyor. BBC ve Paramount’un yayınladığı iki farklı belgesel, tam da bu nedenle büyük önem taşıyor. BBC yapımı, Ozzy ve Sharon Osbourne’un Amerika’dan İngiltere’ye dönüş hikayesini ve orada kurdukları yeni hayatı anlatırken; Paramount’un belgeseli, İngiltere’ye dönüşün yanı sıra Ozzy’nin son sahne deneyimi ve bu sürecin tüm sancılarını mercek altına alıyor. Bu iki eser, bir devrin kapanışını farklı yönleriyle gözler önüne seriyor.

Başlangıça Dönüş
Ozzy Osbourne, İkinci Dünya Savaşı'nın izlerini taşıyan, bombalarla harap olmuş Birmingham’da, işçi sınıfı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Disleksi ve dikkat eksikliği nedeniyle okulda zorlanan, yoksulluk ve başarısızlık duygusuyla büyüyen Ozzy, 15 yaşında okulu bırakarak çeşitli işlerde çalışmaya başladı. Gitarların henüz distorte olarak çalınmaya başladığı dönemde, grup arkadaşı Tony Iommi metal fabrikasında çalışırken geçirdiği iş kazası sonucu iki parmağını kaybetti. Kendi yaptığı protez parmaklarla gitar çalmaya devam eden Iommi, telleri gevşeterek gitarın daha ağır ve güçlü bir ses üretmesini sağladı; bu da heavy metal müziğin doğuşuna yol açtı. Black Sabbath, o dönemlerde oluşan bu yeni sesle metal müziğin temellerini attı. Heavy Metal tarihinin başlangıcını anlatan bu eşsiz animasyonu izlemenizi öneririm:
Paramount belgeselinde Ozzy Osbourne’un anlattıklarına göre, grup içinde vokalist olarak ön planda olmasına rağmen enstrüman çalamaması nedeniyle bazen dışlanmış ve fikirlerine yeterince değer verilmemiş. Madde kullanımı ve aşırı alkol tüketimi nedeniyle birçok sorumluluk ona yıkılmış ve bu durum onu yalnızlaştırmış. Gruptan atılmasının kesin nedeni net olarak açıklanmamakla birlikte, bunun hayatının en zor dönemlerinden birinin başlangıcı olduğu aile üyeleri tarafından üstünde defalarca durularak anlatılıyor.

Şans
Karısı Sharon ile tanışması ve efsanevi gitarist Randy Rhoads ile yollarının kesişmesi, Ozzy’nin kariyerinde yeniden doğuşun kapılarını açıyor. Kendini iyi bir müzisyen olarak görmese de, dünya çapında hit olmuş pek çok şarkının altında onun imzası bulunmakta.

Ozzy Osbourne'un kendisinin de sıkça belirttiği gibi, en büyük şansı her zaman çevresinde olağanüstü yetenekli müzisyenlerin olmasıydı ayrıca The Osbournes” adlı reality şovun hayatında farklı bir dönüm noktası olduğunu ve bu program sayesinde sadece müzik dünyasında değil, televizyon dünyasında da geniş bir kitle tarafından tanınmasının, onun kamuoyundaki imajını tamamen değiştirdiğini unutmamak gerekir.

Peki bu belgesellerin birbirinden farkı ne?
BBC belgeseli, Sharon ve Ozzy’nin Amerika’dan İngiltere’ye taşınma sürecini ve orada “cennet” haline getirdikleri evi anlatırken, Paramount belgeseli İngiltere’deki eve odaklanmadan, Ozzy’nin son sahne performansı ve sağlık mücadelelerini detaylandırıyor. Ömrünün son aylarında verdiği efsanevi Birmingham konseri, onun ebedi veda anı oldu.
Ozzy Osbourne, 69 yaşındayken kendisini fena hissetmediğini söylerken, 70 yaşına girdiğinde hayatın adeta "lanetli kapanma kapılarını" açtığını dile getiriyor. Artık istediği kadar yürüyemiyor ve yataktan kalkmak bile büyük bir mücadeleye dönüşüyordu. Bu sözler, onun yaşlanma sürecindeki sert fiziksel düşüşü ve sağlık sorunlarının hayatına nasıl ağır bir darbe vurduğunu çok net anlatıyor. Belgesellerde de yer aldığı gibi, 69 yaşına kadar dirayetle sahnede durmaya devam eden Ozzy, 70 yaşından sonra bedeninin sınırlarını çok daha sert hissetmeye başladı. Bu geçiş, sadece yaşlanmanın getirdiği acı gerçeklerle yüzleşmek değil, aynı zamanda sahnedeki hayatına duyduğu bağımlılıkla yaşadığı derin çatışmanın da bir ifadesiydi.
Her iki belgeselde ailesinin anlattıklarına göre, tüm bu zorlu süreç, üst üste gelen talihsizlikler ve bazı tıbbi hataların birleşimiyle başladı. 2018 yılında boynunda gelişen enfeksiyon nedeniyle bağışıklık sistemi zayıflayan Ozzy, turnesini iptal etmek zorunda kaldı. Dört ay sonra evde yaşadığı bir düşme ise her şeyin sonu oldu; onun eşinin ifadesiyle, “İşte o an her şey bitti.” karısının bu sözü, Ozzy Osbourne’un hayatının son dönemlerindeki çaresizliği ve mücadeleyi anlamak için önemli bir pencere açıyor. Belgesellerde bu matem havası, Ozzy'nin çok az zamanının kaldığını Sharon gayet bilmekte ve gözleri dolu bir hüzünle olan biteni anlatıyor.

Belgeselde ameliyattan önce yatağında çocuk gibi neşeyle zıpladığı görüntüler var. Fakat o ameliyattan çıktığında artık eski Ozzy yok. Kızı Kelly’nin dediği gibi, “duruşu Gollum gibiydi.” Aileye göre ameliyat fazla sert, fazla iddialıydı. İyileştirmekten çok yıkmıştı. Bir başka cerrahın, “Bu hasarı tamamen onaramam,” sözleriyle de gerçek tüm ağırlığıyla üzerlerine çökmüştü.
"Where Are the Good Old Days?"
Belgeselde öyle bir sahne var ki... Ozzy, Los Angeles'taki evinde otururken Sharon’a o klasik soruyu soruyor: "Nerede o güzel eski günler?"
Sharon’ın cevabı ise suratınıza tokat gibi çarpıyor: "They’re fucking gone, mate." (Gittiler o s..tiğimin günleri, dostum.)

Bu diyalog, aslında her şeyi özetliyor. Boyun sakatlığı, Parkinson belirtileri, bitmeyen ağrılar... Sharon, "Çok depresif," diyor kocası için. Hatta işler o kadar ciddileşiyor ki, Ozzy bir noktada o dinmeyen acıyla "kendimi öldürmeye hazırlanıyordum" diyor. Ama ardından eklediği cümle, tam bir Ozzy klasiği: "Beni bilirsiniz, onu da yarım yamalak yapardım, yarı ölü kalırdım... Kendimi ateşe versem bile ölmezdim herhalde. Benim şansım bu."
Ve Müzik Geri Gelir: 'En İyi İlaç'
Ozzy yeniden müzik üretmesini şöyle tanımlıyor: "Yaşlanmış, acılar içindeki o adam mikrofonun başına geçtiği an yeniden Ozzy Osbourne'a dönüşüyor"
Bu geri dönüşün kilit ismi ise prodüktör Andrew Watt’tı. Watt ile tanışması, Ozzy için ikinci bir bahar gibiydi. Beraber stüdyoya girdiklerinde ortaya çıkan enerji, her türlü ilacın ötesindeydi. Ozzy o dönemi tek cümleyle özetliyor: "O zamanlar aldığım en iyi ilaç müzikti." Stüdyodaki o anlar için "sihir" diyorlar. Anlatılanlara göre yaşlanmış, acılar içindeki o adam, mikrofonun başına geçtiği an yeniden o bildiğimiz efsanevi Ozzy Osbourne'a dönüşüyordu.

Bu sihir, somut bir başarıya dönüştü ve "Patient Number 9" albümüyle taçlandı. Albüm o kadar büyük bir ses getirdi ki, 2023 yılında "En İyi Rock Albümü" dalında Grammy Ödülü'nü kazandı. Bu ödül, sadece başarılı bir albümün değil, aynı zamanda müziğin iyileştirici gücünün ve acılar içindeki bir efsanenin nasıl yeniden devleşebileceğinin de bir kanıtıydı.
Fakat bu başarının ardındaki tek sır bu değildi. Ozzy'nin dehası, çağın ruhunu yakalama becerisinde gizliydi. Yaşıtları olan birçok "eski toprak", ya yıllardır yeni bir şey üretmiyor ya da eski hitlerini yeniden düzenleyerek ("remastered") piyasaya sürerken, Ozzy yenilikçi bir tavır sergiledi. Post Malone gibi yeni nesil yıldızlarla iş birliği yapması ve Andrew Watt gibi modern sound’a hakim bir prodüktörle çalışması, onun sadece geçmişin bir efsanesi olarak kalmayı reddettiğini gösterdi. Bu, yılların heavy metal ikonunun ne kadar esnek ve yeniliğe açık olduğunun, mirasını geleceğe taşıma konusundaki zekasının en net kanıtıdır.
Son Bir Selam ve Efsanelerin Saygı Duruşu
2024 yılında Rock and Roll Hall of Fame törenine kabul edilen ancak sağlık sorunları nedeniyle sahneye çıkamayan Ozzy Osbourne’un yaşadığı derin hüzün ve çaresizlik, belgeselde izleyicinin yüreğine dokunacak şekilde anlatılıyor. O anlarda sanatçının yanında olan eşi Sharon ve müziğin büyük isimlerinden oluşan bir grup, onun onuruna sahneye çıkarak güçlü bir dayanışma ve saygı örneği sergiliyorlar. Sahnedeki bu yıldız isimler, Ozzy’nin unutulmaz şarkılarını seslendirirken, müziğin birleştirici gücü ve sanatçı ile seyirci arasındaki derin bağ gözler önüne seriliyor. Son konserde, yorgun ve yenilmiş bir ifadeyle sahneye çıkan Ozzy, birkaç saniye içinde o meşhur gülümsemesini takarak, içinde sakladığı mücadele ve umudu izleyiciye hissettiriyor. Bu duygulu anın gerçek bir mutluluk mu yoksa zoraki bir sevinç mi olduğu belirsiz; ancak her halükarda, sanatçının kırılgan ve güçlü yanlarını birlikte yaşatan özel bir an olarak hafızalara kazınıyor. Törende ona eşlik eden müzisyenler arasında Red Hot Chili Peppers davulcusu Chad Smith, Metallica bas gitaristi Robert Trujillo, rock sanatçısı Billy Idol ve uzun yıllar beraber çalıştığı isimler vardı. Onların ortak performansı, Ozzy Osbourne’un müzikle ölümsüzleştiğinin ve kalplerde yaşamaya devam ettiğinin güçlü bir nişanesi oldu. Bu sahne, tüm izleyenlere unutulmaz ve derin bir anı bıraktı.
Bitiriş
Paramount belgeseli, 'No Escape From Now', teknik açıdan gerçekten daha doyurucuydu. Sinematografisi, ses tasarımı, her şey bir rock efsanesinin vedasına yakışır görkemdeydi. O büyük, parlak, epik anlatı tam bir Hollywood işiydi. BBC'nin 'Coming Home' yapımı ise o parlaklıktan ziyade, karakterlerin yüzündeki çizgilere, evin içindeki sessizliğe, o yorgun ama kopmaz bağa odaklanmıştı. Daha ham ve daha gerçekti.
Ve finalleri... İşte burada fark iyice ortaya çıkıyor. BBC versiyonu bittiğinde boğazında bir düğüm, gözünde yaşla kalakalıyorsun. Çünkü bir ailenin dramını iliklerine kadar hissettiriyor. Paramount ise sanki o son konserin görkemini final olarak belirleyip, Ozzy'nin konserden sadece iki hafta sonra hayatını kaybetmesini aceleye getirilmiş bir "son dakika" bilgisi gibi eklemiş gibi hissettiriyor. O büyük şovdan sonra gelen ölümün ani gerçekliğini tam olarak sindirmemize izin vermeden bitiyor gibiydi.
Özetle, ortada bir fazlalık yok. Biri efsanenin "nasıl" bittiğine odaklanırken (Paramount), diğeri "kim" olarak bittiğine odaklanıyor (BBC). Biri aklımıza, diğeri kalbimize hitap ediyor.








Yorumlar