Soğuk ve yağmurlu -tercihen karlı- bir havada, yapacak daha iyi bir işinizin olmadığı o nemrut günlerden birinde izlemek için çekilmiş, yer yer gri yer yer beyazın pek talep görmeyen tonlarında bir film. Ancak böyle tasvir edince, sakın çerezlik bir film olduğu zannedilmesin; Rus kültürünü bu kadar güzel yansıtmayı başarmış bir sanat eserine çerezlik dersek dilimiz kurusun.
Sıkışık, ağzına kadar insan ve çoluk çocuk dolu, daracık kompartımanların olduğu, muhtemelen berbat kokan bir Rus treninde adı sanı olmayan bir başrol çocuk… Dazlak kafasına taktığı çakma Adidas beresi; sıcakla uzaktan yakından alakası olmayan eprimiş paltosu, onunla karlar içinde yuvarlanmak zorunda kalıp durması; ağzında sigarayla düz kontak yapıp çalıştırdığı dandik arabası; 90’lara özgü, içine geçmeli plastik bardaktan içtiği votkası; ayıkken göz teması bile kuramayan bir yabaniyken, sarhoş olduğu anda çenesinin bağının çözülmesi, ona buna salça olmaya başlaması…
Yavaş yavaş kendini açsa da ciğerine işlemiş sert erkek figürü, kendisini öpen bir kadın karşısında bile Kızılay’da kan verir gibi durmaya çalışması ve ardından çareyi kaçmakta bulması… Öyle mükemmel bir Rus tasviri ki Dostoyevski olmasa bile en azından Umut Sarıkaya görse ayakta alkışlar.
Kompartımanımıza bir süreliğine misafir olup, ambiyansa turp suyu sıkan Finlandiyalı romantik yakışıklı da bir turist olarak bu betimlemeyi yakalamış olacak ki, “buralarda bu adamlardan üreten bir fabrika olmalı” diyor. Ofansif mizahını da alıp git buradan iyi görünümlü kötü çocuk.
Şu diyaloğa haddinden fazla güldüm, filmdeki hemen her şey gibi bu da çok doğaldı:
“- Fince merhaba nasıl denir?
- Hei.
+ Peki hoşça kal nasıl denir?
- Hei hei.
+ Asdasdasdasdas.”
Ölüm gibi bir kar fırtınası, ekran başından hissedilebilir bir soğuk, kallavi Rus adamların bile, bu havada gidilmez, yağmurlarda gidilmez, aslında hiç gidilmez dediği soğuk cehennem gibi bir mekân ve romantizmin kitabını yeniden yazan çiftimiz orada da kar topu oynayarak şakalaşma derdinde. Ah minel aşk ve minel garaib.
Burun kıvırıp, pek çokları gibi klişe deyip geçmeye dilim varmıyor; bizde klişe dendi mi, yaz güneşi cama vururken bir trende yapılan aşırı güzel erkek ve kadının entel sohbetleri akla gelir. Bize zaman akışını bile kızımızın eskiyip duran ojeleriyle anlatan Juho Kuosmanen’in başarılı bir yönetmen ve iyi bir gözlemci olduğu belli.
Comentarios