İyi ve yeni bir dizi izledim. Böyle bir cümleyi, bu kadar çok çeşit dizi varken söylemek çok zor; ancak The Bear bunların arasından sıyrılmayı çok iyi başarıyor ve kendini izletiyor.
Eğer restorantlarda çalışan olarak zaman geçirdiyseniz, her gece gördüğünüz endişeli ve anksiyete dolu rüyaları bilirsiniz. İşte The Bear buna çok güzel bir pencere açıyor. FX’ten çöküşe geçmiş bir sandviç restorantının yükseliş macerasını anlatan; paketlenmiş siparişler, arızalı ekipmanlar, mutfağın yetiştiremeyeceği kadar hızlı yığılan sipraişler ve bolca yıpranan sinirlerle dolu müthiş bir mutfak hikayesi.

Fazla yoğun, fazla rahatsız edici, fazla çiğ ancak mola veremeden bir sezonu tek seferde izleten; dizi bittiğinde kendini o mutfakta sanıp durduk yere ağlamaya başlarken bulduğun bir dizi. Karakterlerle birlikte izleyenin de sinirlerini alt üst etmeyi çok iyi başarıyor. Diziyi izlerken ilk aldığım not ‘’çok fazla bağırma’’ oldu.
Dizinin yönetmeni Christopher Storer, havuç soyarken veya dev et dilimlerini kızartırken yakaladığı karakterler arasında hızlı geçişler yaparak bir yoğunluk oluşturmuş. Bu yoğunlukta size o an bir mutfak vardiyasında çalışıyor gibi hissetiriyor. The Bear izlemesi korkunç derecede stresli aynı zamanda heyecan verici, hırslı, komik ve yıkıcıdır.

Bir mutfağın acımasız hiyerarşisi olabilir; ancak The Bear, mutfağın katı komuta zinciri olarak bilindiği için bir "tugay" yapısının başka yerlerdeki güç ve saldırganlık çerçevelerini nasıl taklit ettiğine sinsice göz kırpıyor.
Dizinin kurgusu seyrek ve içerik, süre boyunca dağıtılıyor; ancak İtalyan biftekli sandviç dükkanını kurtarmak için Chicago'ya giden James Beard Ödüllü bir şef olan Carmen “Carmy” Berzatto'yu (Jeremy Allen White) kardeşinin intihar etmesine neden olan şeyi bulmak için kardeşinin dünyasına dalan Carmy’nin kendini cehennemde bulmasını gösteriyor.

Bu tarz şeflerle ilgili şovlar, daha çok ego üzerine odaklanan işler oluyor. Netflix dizisi Chef’s Table, yemeği bir sanat formuna dönüştürmek için gereken sapık kişiliği araştıran bir belgesel. The Great British Baking Show gibi daha yumuşak gerçeklikte geçen, daha çok aileyi öne çıkarmaya çalışması göze çarparken; The Bear bunların hepsini dahil ederek gerçekte bir mutfakta neler döndüğünü saf ve stresli bir şekilde anlatıyor.
The Bear, ilk sezonu boyunca erkekliği ve meşgul erkeklerin nasıl davrandığını çözmeye çalışan bir antropoloji analizi yapıyor. Erkeklerin domine ettiği kültürlerin başarısız olmak için kurulduğunu göstermeye çalışan dizinin bir sorusu daha var. İnsanların kurdukları hiyerarşilerde başarılı olmak için gereken mutfakların, toplantı odalarının, küçük çaplı suç gruplarının fark ettirmeden bu dünyayı içeriden zehirlediğini hiç merak etmiyor musunuz?

Kısacası The Bear izlerken sizi ne kadar endişelendirse de kısa, keskin güzellikteki anlarla dolu muhteşem bir dizi. ‘’Botticelli’’ hatlarına, kol dövmelerine ve yanık izlerine sahip olan, duygulu, siyah gözlü üzgün bir çocuk olan Carmy olarak sonsuz bir şekilde izlenebilir.
Comments